• Bilim ve Yaratılış

    “GALAKSİ KÜMESİ” Mİ DEMEK İSTERSİNİZ, “TELESKOP” MU?

    2.696 kere okundu
    Credit: NASA; ESA; L. Bradley (Johns Hopkins University); R. Bouwens (University of California, Santa Cruz); H. Ford (Johns Hopkins University); and G. Illingworth (University of California, Santa Cruz)

    Kütlesi olan (elbette biz de dahil) her şeyin uzay-zamanı büktüğünü az çok herkes biliyordur artık. Gezegenimizde tam Güneş tutulmasının gerçekleşebilmesi nimetinden istifade edilerek kütlenin uzay-zamanı büktüğünün 1 asır önce ispat edildiğini daha önce detaylı anlatmıştım. Bir galaksi kümesi ise tahmin edeceğiniz gibi, bu bükmeyi Güneş’ten daha çok yapar. Çünkü bir kümenin içindeki onlarca veya yüzlerce galaksi, onlara göre zerre kadar kalan Güneş’ten daha çok kütleye sahiptir.

    Galaksi kümelerinin toplam kütleleri çok büyük olduğu için ışığı bükerek bir mercek gibi odaklarlar. Buna “kütle çekimsel mercek etkisi” deniyor. Bizler bu etki aracılığıyla, bu kümenin arkasında bulunan ve elimizdeki imkânlarla göremeyeceğimiz kadar uzakta olan galaksileri görebilir oluruz. Sonuç olarak galaksi kümeleri adeta dev bir mercek gibi davranmış, teknoloji ile asla elde edemeyeceğimiz büyüklükte (muazzam) bir teleskop görevi görmüş olur.

    Takip edenler bilir; bilim insanları bazen çok uzakta galaksi keşfettiklerini açıklarlar. İşte bu galaksilerin büyük kısmı, bahsettiğim bu kütle çekimsel mercek etkisi vesilesiyle keşfedilmiştir. İncelediğimiz kümeden çok daha uzaktaki galaksilerin -bizce- soluk ışıkları, bu kümenin kütle çekimiyle bize (gözlemciye) odaklanıyor ve dikkatli inceleyenler o çok uzak galaksileri, şekilleri biraz farklılaşmış olsa da görebiliyor.

    Bu mercek etkisi olmasaydı, günümüzde keşfetmiş olduğumuz çok uzak galaksilerin büyük kısmını göremeyeceğimiz ifade ediliyor. Mesela kütle çekimsel mercek etkisiyle tespit edilen galaksilerden birine örnek, A1689-zD1’dir (2008 yılında). A1689-zD1 ile aramızda kalan Abell 1689 (fotoğraftaki) galaksi kümesinin kütle çekimi sebebiyle, A1689-zD1 adlı galaksiyi görebilir ve inceleyebilir durumda olduk.

    Uzak (doğal olarak evrenin geçmişini gösteren) galaksileri görebilmemiz, evrenin yaratılış anına yakın dönemleri inceleyebilmemiz için büyük önem taşıyor. Fotoğrafa dikkatli bakarsanız seçebileceğiniz ince ve eğri ışıklar, bize yaklaşık 2.3 milyar ışık yılı uzaklıkta olan Abell 1689 isimli bu kümeden çok daha uzaktaki galaksilerin, mercek etkisi aracılığıyla bize ulaştırılan görüntüleridir.

    Daha önce süpernovaların, nötron yıldızlarının, Ay’ın, Güneş tutulmasının, Merih’in, Merkür’ün, Venüs’ün (sera etkisi örneğini hatırlayın), Jüpiter’in ve diğer gezegen ve yıldızların nasıl bizlere hem bilgi edinme anlamında, hem de fiziksel anlamda nimet kılındığından bahsetmiştim. Galaksi kümeleri aracılığıyla meydana gelen bu büyük etki de bir bilgi edinme aracı olarak bizlere sunulmuş bir nimettir. Her araştırmayla, evrendeki her detayın insanlara sunulmuş bir güzellik ve imkân olduğu, insanlar için daha da net açığa çıkar olmaktadır.

    “Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.” (Casiye Suresi, 13)

    “Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir bilgiye dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.” (Lokman Suresi, 20)

    Onur Mustafa Ezber

  • Kur'an'a Dayalı Yazılar

    EŞCİNSELLİK YAPAN AHLAKSIZ KAVMİN HELAK OLMA NEDENİ İLE İLGİLİ YAPILAN BİR ÇARPITMAYA CEVAP

    2.159 kere okundu


    Bu yazımda “Lut kavminin helak nedeni eşcinsellik yapmaları değil, bunu halkın önünde açıkça yapmaları ve eşcinsel tecavüzler yaparak tatbik etmeleriydi” diyenlerin çarpıtmasına ayetlere dayanarak cevap veriyorum.

    Kur’an’a göre Hz. Lut’un uyardığı kavim, eşcinsel sapık ilişkilerde bulunduğu için helak edilmiştir. Bu çok açık. Ancak başkalarına şirin gözükmek için ayetleri çarpıtmaya çalışanlar, insanların aklıyla alay ediyorlar.

    Yazımda öncelikle bu kişilerin çarpıtmaya çalıştıkları ayeti aktaracağım ve diğer ayetler ile beraber değerlendirip apaçık olanı ifade edeceğim. Bu kişiler, iddialarına delil olarak Ankebut Suresinin 28, 29, 30 ve 31. ayetini göstermeye çalışıyorlar. İddialarının esas sebebi ise 29. ayetteki “yol kesme” ile ilgili ifade. 29. ayetin hazırlanan bir meali şöyle:

    “Siz, (yine de) erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve biraraya gelişlerinizde çirkinlikler yapacak mısınız?” Bunun üzerine kavminin cevabı yalnızca: ‘Eğer doğru söylüyor isen, bize Allah’ın azabını getir’ demek oldu.”

    Eşcinsellik yapan kavmin helakı, bildiğiniz gibi sadece bu ayetlerde anlatılmıyor. A’raf Suresi, 80-84; Hud Suresi, 74-83; Hicr Suresi, 57-77; Enbiya Suresi, 74-75; Şuara Suresi, 160-175; Neml Suresi, 54-59; Kamer Suresi, 33-39. Buraya yazmadığım başka ayetler de var ise bildirebilirsiniz. Gördüğünüz üzere konuyu eksiksizce anlamak için bu ayetlerin hepsinin okunması gerekli. Neden hepsinin okunması gerekli? Öncelikle eksik anlamadığımıza da emin olmalıyız. Allah, ilgili konuyu bazı surelerde kısa olarak anlattığı gibi, bazı surelerde detaylı ve uzun anlatıyor. Bazı surelerde zamanlama konusunda netliğe şahit olduğumuz gibi, bazı surelerde zamanlamadan çok konunun vurgulandığına şahit oluyoruz. Her bir ayet birbirini detaylandırıp, konuyu zaman ve olaylar açısından tam, hakkıyla anlamamıza sebep oluyor.

    Bu kişiler ise “bu ayetler içinden hangi ayeti seçerim de çarpıtarak konuyu bambaşka şekilde, kimseyi kızdırmadan yorumlayabilirim” dedikleri için yol kesme ile ilgili ayeti, aktardığım diğer o kadar ayetten bağımsız olarak anlatıp düşüncelerine zemin yapmaya çalışıyorlar. Benzer çarpıtmayı, evlilik dışı cinsel ilişki sapıklığını helal gibi göstermeye çalışanlar da yapıyor, bunu da başka bir yazıda detaylı anlattım.

    Yani bu kişiler öyle bir anlatıyor ki, eşcinsel sapıklıkta bulunanlar sanki yol kesmeselerdi Allah bu kavmi helak etmeyecekti. Adeta “esas sebebi budur” diyorlar.

    “Yol kesme” ile ilgili ifadeyi Mehmet Okuyan gibi değerli bir ilahiyatçının da “insan neslinin üreme yolunu kesme” anlamında, yani doğru yolu kesme, normal olanın önünü kesme, fıtrata uygun olanın önünü kesme şeklinde anladığını da vurgulayayım. Ancak ben Mehmet Okuyan hocamız gibi değil, doğrudan fiziksel olarak insanların yolunu kesme, tecavüze kalkışma anlamında anlıyorum. Bu konuda bir farklılık yok düşüncemde.

    Sorun şurada; bu kişiler o kadar ayeti görmezden gelip konuyu tecavüze indirgiyorlar kendilerince. Oysa ayetlerden kesinlikle helakın sebebinin sadece tecavüz etme olduğu çıkmadığı gibi, eşcinsel sapık ilişkiye devam etme olduğu çıkıyor. Yol kesme, bu sapıkların yaptığı ilave bir sapıklık. Ama bu ilave davranış, kesinlikle “helak sebepleri aslında budur, tecavüz etmeyip de kendi aralarında yapmaya devam etselerdi helak edilmeyeceklerdi” sonucunu çıkarmıyor.

    Burada çıkan esas sonuç şu; uyarılara rağmen eşcinsel ilişkide bulunmaya devam eden sapıklar, aynı zamanda yol da kesebilecek tiplerdir ki nitekim bunun Dünya çapında örneklerini bugün de görüyoruz. En basit örneğinden bakınız; NAMBLA. Kendi aralarında sapkınlık yaşayacaklar ne diye bu derece örgütlenir? Örgütlenme, normal göstermeye çalışma ve dayatmanın da bir adımıdır. Dayatma, zaten fiziksel yol kesmenin hemen öncesindeki adımdır, hatta doğrudan yol kesme demektir. Ya evlenen eşcinsel sapıkların küçücük çocukları evlat edinmelerine ne diyeceksiniz? Bu yol kesme değil mi sizce?!

    Hz. Lut’un uyardığı kavim, oradaki temiz insanlara göre çoğunluktu ve bir aradalardı. Çoğunluk oldukları için güç ellerindeydi, bu yüzden yol kesme eylemini de yapabiliyorlardı. Peki bugün Dünya geneline göre azınlık kalan bu sapkın gruplar aynı şeyi ne kadar yapabilir? Yapamazlar değil mi? Polis var, yasa var (genellikle). Bakın “yapmak istemezler” denilemez, “yapamazlar” denilebilir. Çünkü çoğunluk olduklarında yapabilirler fiziksel yol kesmeyi. Ayrıca evlatlık edinerek bir ölçüde yapıyorlar bu yol kesmeyi. O çocukların halini kimse düşünmüyor mu? Yasaları bile yavaş yavaş bunlara göre değiştiriyorlar farkında mısınız? Yoksa o çocukları nasıl alabilirler evlerine?

    Özetle, ayetteki ifade kesinlikle bu kavmin sadece başkalarına tecavüz ettikleri için helak edildiğini göstermiyor, bu sadece esas helak sebepleri olan eşcinsel ilişkinin yanındaki bir sebeptir. Ellerine güç geçse bugünküler de aynısını yapar, yapıyorlar. Ayetten, eşcinsel sapıkların, başkalarına tecavüz potansiyelli tipler olduğu sonucu da çıkıyor.

    Bir kısmının ‘esas helak sebebi’ olarak göstermeye çalıştıkları bir konu da, gelen yabancı misafirlere de tecavüz etmeye çalışmaları. Bu iddialarına delil getirmeye çalıştıkları ayetlerden biri de Kamer Suresinin 37. ayeti. 33. ayetten itibaren aktarıyorum:

    33- Lut kavmi de uyarıları yalanladı.
    34- Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut ailesini (bu azaptan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık;
    35- Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte Biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz.
    36- Oysa andolsun, zorlu yakalamamıza karşı onları uyarmıştı. Fakat onlar, bu uyarıları kuşkuyla karşılayıp-yalanlamakta direttiler.
    37- Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar. Biz de onların gözlerini silip kör ettik. “İşte azabımı ve uyarmamı tadın.”


    Şimdi o konukların kimler olduğunu anlamak için diğer ayetlere de bakalım. Allah’ın bu konuklar ile ilgili yaptığı bir detaylandırmayı, Hicr Suresinin 61. ayetinden 71. ayetine kadar okuduğumuzda anlıyoruz. Açıkça görüyoruz ki bu misafirler, Hz. Lut’a kavmin helakını müjdelemek için gelen elçiler. Bu ayetleri okuyunuz, çünkü devamında o misafirlerin elçiler olmasının önemini de ayetlerle anlatacağım;

    61- Böylelikle elçiler Lut ailesine geldiklerinde,
    62- (Lut) Dedi ki: “Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz.”
    63- “Hayır” dediler. “Biz sana, onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik.”
    64- “Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.”
    65- “Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin.”
    66- Ve onlara şu emri verdik: “Sabaha çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecektir.”
    67- Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.
    68- (Lut onlara) “Bunlar benim konuğumdur, beni utandırıp dillere düşürmeyin” dedi.
    69- “Allah’tan korkup sakının ve beni küçük düşürmeyin.”
    70- Dediler ki: “Biz seni ‘herkes(in işin)e karışmaktan’ alıkoymamış mıydık?”
    71- Dedi ki: “Eğer yapmak istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.”

    Dikkat ettiğiniz gibi, size misafirlerin kim olduğunu vurgulamak için 61. ayetten itibaren aktardım ama bu ayetlerin öncesi de bu konuyla bağlantılı ve her şeyi netleştiriyor. Bakın hemen öncesindeki 4 ayet, elçi olan bu misafirlerin Hz. Lut’a gelmeden önce Hz. İbrahim’e geldiklerini ve o kavmin kesinlikle helak edileceğini daha Hz. İbrahim’in yanındayken söylediklerini gösteriyor. Yani bu ne demek? Bu misafirler daha Hz. Lut’a gelmeden ve dolayısıyla sapkın kavim daha o misafirlere yaklaşmaya çalışmadan çok önce o kavmin helak edileceğini zaten bildiriyor Hz. İbrahim’e. Hüküm çoktan belli. Öyleyse bu kavmin esas helak sebebi, nasıl o misafirlere ahlaksızca yaklaşmaya çalışmaları olabilir? Elbette olamaz. Çünkü daha onlar gelmeden çok önce kesinlikle helaklık oldukları bildiriliyor. Helak olma sebepleri, eşcinsel sapık ilişkide bulunmaları. Konu net, ayetler çok net. Okuyalım;

    57- Dedi ki: “Ey elçiler, (bunun dışında, diğer) işiniz ne?”
    58- Dediler ki: “Gerçekte biz, suçlu, günahkar olan bir topluluğa gönderildik.”
    59- “Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız.”
    60- “Ama karısını (kurtaracaklarımız) dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır.”


    Aynı konu Hud Suresinde de anlatılıyor ve hatta Hz. İbrahim’in, bu kavmin helakı konusunda tartışmaya girdiği de bildiriliyor. Gördüğünüz gibi her ayetteki detaylar, bizi çarpıtıcıların yorumlarından bir adım daha uzaklaştırıp, bir adım daha hak bilgiye yaklaştırıyor:

    74- İbrahim’den korku gittiği ve ona müjde geldiği zaman, Lut kavmi konusunda bizimle çekişip tartışmalara giriyor(du).
    75- Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah’a) yönelen biriydi.
    76- “Ey İbrahim, bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu ki, Rabbinin emri gelmiştir ve gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azab gelmiştir.”


    76. ayetten sonrasını da okuyunuz.

    Bahsettiğim çarpıtıcı şahıslar, gerçekten sapkın eşcinsel örgütlenmelere karşı yenik düşmeye başlayan şahıslar ve bunlara maalesef sempatik görünmek istiyorlar.

    Ayetlerden net delilleri gösterdim, korkak ve rahatının kaçmasını istemeyen birçok insan elbette umursamayacak bu delilleri biliyorum. Ama ben bir müslüman olarak uyarmak zorundayım, bu şahıslar şöhret sahibi diye ya da akademisyen diye saçmalıklarına razı olmayın. Allah’a akademisyenliği ya da başka ifade ile uzman etiketini şirk koşmayın, Allah’ın Kitabına teslim olun sadece.

    Ben de değerli akademisyenlerden, samimi uzmanlardan sürekli istifade ederim ama bu bambaşka bir konu. Sonuçta ayetlerden açıkça gördüğümüz gibi bu kavmin esas helak edilme sebebi, o misafirlere ahlaksızca yaklaşmaya çalışmaları değil, zaten eşcinsel sapık ilişkiye kendi aralarında devam ediyor olmalarıdır. Çünkü helak olacakları çok daha önce bildiriliyor Hz. İbrahim’e. Ayetlere göre bu kavim, devamlı uyarıldıkları şey yüzünden helak oluyor. O sürekli uyarıldıkları şeyin ne olduğuna diğer ayetlerle tekrar bakalım.

    Neml Suresinin 54 ve 55. ayetlerinde buyrulduğu üzere Hz. Lut, bu kavmi, haram bir çirkin ahlaksızlık olan eşcinsellik sapıklığını yapmamaları için UYARIYOR. “UYARIYOR” kelimesini aklınızda tutunuz. Uyarı tamamen bununla ilgili. Ve 58. ayette de Allah “Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık. UYARILANLARIN yağmuru ne kötüdür.” buyurarak bu kavmi, UYARILDIKLARI o konudan dolayı helak ettiğini bildirmektedir. Hz. Lut, bu kavmi, eşcinsellik sapıklığını yapmamaları için uyardı ve onlar bu uyarıyı dinlemeyip sapıklıklarına devam ettiler ve bunun sonucunda helak edildiler. Ayetleri okuyalım:

    54- Lut da; hani kavmine demişti ki: “Siz, açıkça gördüğünüz halde, yine de o çirkin utanmazlığı (fuhşu) yapacak mısınız?”
    55- “Siz gerçekten, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz (yaptığı şeyi) bilmeyen bir kavimsiniz.”
    56- Kavminin cevabı: “Lut ailesini şehrinizden sürüp çıkarın. Temiz kalmak isteyen insanlarmış” demekten başka olmadı.
    57- Biz de, onu ve ailesini kurtardık, yalnızca karısı hariç; onu geride (azap içinde kalanlar arasında) takdir ettik.
    58- Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür.


    Evet, Neml Suresindeki bu ayetleri de okuduğumuzda görüyoruz ki 55. ayette bildirilen o ahlaksızlığı yaptıkları için, yani kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaştıkları için helak oluyor bu kavim. Ayette vurgulanan konu bu. Sadece Nisa Suresinin 15 ve 16. ayetleri haram kılmıyor eşcinsellik sapıklığını, aynı zamanda bütün bu ayetlerin her biri açıkça haram kılıyor.

    Helaklarının esas sebebi bu. Başkalarına zorla yaklaşmaya çalışmaları ise, eşcinsel sapıkların çoğunluk olduklarında aynı zamanda başkalarına fiziksel tecavüzde bulunacaklarının işareti olur. Mesele, güç ve çoğunluk meselesi. Nitekim araştırıldığında, çocuk tecavüzlerinin arkasında da sıklıkla bunların çıktığını görüyoruz. Çünkü çocuk, onlara göre zayıftır. Güç, ellerine az da olsa geçince yapacaklarını yaparlar.

    Allah, Kitabına sarılmayı nasip etsin.

    Onur Mustafa Ezber

  • Kitaplardan Faydalı Alıntılar

    Fuat Sezgin-Sefer Turan söyleşisi, “Bilim Tarihi Sohbetleri”, Pınar Yayınları, 2. Baskı, Şubat 2019

    1.122 kere okundu

    “Bilim Tarihi Sohbetleri” adlı bu kitap, bilimler tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Sefer Turan ile yaptığı söyleşileri içeriyor. Burada kitaptan, Fuat hocamızın bazı sözlerini aktardım. Sefer Turan’ın sözleri nadiren geliyor, o kısımlarda soyadları da belirtilmiştir.

    “Bakın dün Frankfurt’taydım ve Berlin Üniversitesi’nden bir profesör geldi asistanıyla birlikte. Kendisi bilimler tarihçisi değil. Benim 5 ciltlik kataloğumu görmüş. Optik cildini okuduktan sonra bu senenin sonuna doğru “İslâm’da Optik” konulu bir kongre düzenlemeye karar vermiş. Beni haberdar etti. Bana bir mektup yazdı, “her şeye rağmen hâlâ ümidimi kesmeyeceğim, size geleceğim” dedi ve geldi. Çok sempatik bir adamdı. Asistanlarımdan birine müzeyi gezdirmesini söyledim. İki saate yakın müzeyi gezdikten sonra bana geldi, dehşete düşmüştü. Ben, kataloğuma rağmen bunların ona bu kadar tesir edebileceğini zannetmiyordum, tahmin etmiyordum. Müthiş heyecanlanmıştı. Bu, 65 yaşına girmiş akıllı bir profesörün heyecanı. Bu zannedersem size birçok şeyi ifade eder.” (s. 34) 

    “Müslümanlar Hicri 2. yüzyılda kimya ilmini bir tecrübî ilim olarak kurdular. Bunu kuran adam büyük bir şahsiyet, büyük bir bilim adamıydı: Cabir İbni Hayyan. Cabir İbni Hayyan’ın kitapları 12. yüzyılda Avrupa’ya intikal etti, ona Geber diyorlardı. (Onun Latinlerin kafasındaki hayale dayanan bir resmi vardır. O resmi de müzenin duvarlarında asılı olarak göreceksiniz.) Bu adamcağız kimya ilminde öyle bir ilerleme kat ediyor ki ancak ondan sonra 18. ve 19. yüzyılda ona ilave edilebilecek yeni bazı kıpırdamalar görüyoruz. Bunun yüzlerce misali vardır. Çoğu benim o kataloğun 1. cildindedir.” (ss. 37-38)

    “Müslümanlar 15. yüzyılda Afrika’nın doğusuyla Sumatra arasındaki mesafeyi bugünkü gerçeğe aşağı yukarı tamamıyla uyacak şekilde hesaplayabiliyorlardı, düşünün. Evet. 6.600 kilometrelik mesafeyi hesaplayabiliyorlardı. Bunun altında müthiş metotlar vardı. Onu da kitaplarımda bulacaksınız, o ne müthiş bir şeydir. Bu, Avrupa’da ancak 20. yüzyılın birinci yarısında mümkün olmuştur.” (s. 38)

    “10. yüzyıldan itibaren Bizanslılar Müslümanlardan bilimleri alıyorlar, tercüme ediyorlar Yunanca’ya… Ancak ne diyorlar biliyor musunuz? Müslümanların yeni şeyler keşfettiklerinin farkında bile olmadan, umursamadan: ‘Bunlar hâlâ bizim, Yunanlıların bilimleri’ ” (s. 41)

    Sezgin: “Avusturyalı büyük bir bilgin vardı, diyor ki: ‘Yunanların bilimler tarihinin başlangıcında değil gelişmesinin ortasında olduğunu söylediğimiz zaman büyük hücumlarla karşılaşıyoruz!’ Bu fikir hâlâ devam ediyor. Belki yavaş yavaş değişmeye başladı ama o değişmeyen kafaların yanında değişme oranı çok küçük kalıyor.”

    Turan: “Yani Müslümanların bilime katkısını hâlâ kabul etmiyorlar.”

    Sezgin: “Aslında bizim Türklerin bir kısmı da kabul etmek istemiyor! Gerçekten enteresan, inanmak istemiyorlar.” (ss. 55-56)

    “Almanya’da Müslümanların bilimler tarihindeki yerini bilen insanlar Türkiye’de bilenlerden sayıca fazla. Alman bir felsefeci Hanım Sigrid Hunke, Batı’nın Üzerine Doğan Allah’ın Güneşi kitabının sahibi, okudunuz mu, bilmiyorum? Kendisi oryantalist olmamasına rağmen bu çok akıllı kadın oryantalistlerin müspet tespitlerine dayanarak çok mühim bir kitap yazdı. Bu kitap Japonca’ya, Arapça’ya, Fransızca’ya tercüme edildi ama İngilizce’ye tercüme edilmedi. Ve bu kitap Türkçe’ye de tercüme edildi.” (s. 56)

     “…Alman televizyonlarından biri “Dünyanın Mucizeleri” adlı bir programda bizim müzenin otuz dakikalık kısa bir filmini yaptı. Programın yapımcısı bu programdan dolayı ölüm tehditleri aldı. Bize tehdit gelmedi ama o adamcağız, “Bu işe girerseniz hayatınız tehlikeye girer!” diye tehditler aldığını bize anlattı. Alman bilginlerinin, İslâm bilginlerinin başarılarını tanıma hususundaki bilgilerimizin gelişmesinde çok büyük katkıları vardır. Ama öbür tarafta da böyle bir taassup var!” (ss. 56-57)

     “Müslümanlar 16. yüzyılın ortalarına kadar bilimde Avrupalılara nispetle daha ilerdeydiler. Fakat Avrupalılar Müslümanlardan bilgiyi 10. yüzyıldan itibaren aldılar. Bu alış merhalesi tam 500 yıl sürdü. Bizim Türklerin çoğu bunu bilmezler.” (s. 57)

    “Birkaç ay evvel araştırmalarım arasında, bir Alman bilgininin bir tespitine rastladım, şunu söylüyor ki benim için çok önemli, bunu kitabımda da kullanacağım. İslâm coğrafyasından hiç haberleri yok, kendi kendilerine münakaşa ediyorlar. Evet, adam diyor ki: “İnsan Avrupa kıtasının coğrafyasını araştırdığı zaman görüyor ki 18. yüzyıla kadar sadece İspanya’nın coğrafyası var. Diğerlerinin; Almanya’nın, Fransa’nın coğrafyası falan yok.” Bunu 1982’de bir Alman bilgini söylüyor. Acaba neden İspanya’nın coğrafyası var da diğerlerinin yok? Çünkü İspanya’da Müslümanlar yaşıyordu da ondan. Evet, gerçekten çok enteresan bir şey… Avrupa kıtasının haritasını yani Fransa’nın, Almanya’nın, İsveç’in gerçek enlem-boylam derecelerine dayanan haritalarını ne zaman yaptılar biliyor musunuz? 1850 senesinden sonra!” (s. 66)

     Turan: “Peki İslâm dünyasında ilk harita ne zaman yapıldı hocam?”

    Sezgin: “9. yüzyılın başından itibaren enlem boylam derecelerine dayanan haritalar yapmaya başladılar. Ve müthiş bir şekilde de yaptılar! Öylesine müthiş bir şekilde yaptılar ki mesela Yunanlılarda Akdeniz’in uzunluğu 62-63 dereceydi. Bunu Müslümanlar daha 9. yüzyılda 10-11 derece tashih ettiler, 52-53 dereceye indirdiler. Esasında uzunluk 42 derecedir. 11-12. yüzyılda yeni bir hamleye girdiler ve bunu 44 dereceye indirdiler. Bizim Osmanlı âlimleri de enlem-boylam dereceleriyle haritalar yapıyorlardı. Ben şimdi onların haritalarını toplamaya çalışıyorum, müthiş neticeler çıktı ortaya. Bakıyorsunuz Anadolu haritalarını, Balkan haritalarını o kadar mükemmel yapmışlar ki, maalesef bu gerçek bugüne kadar bilinmiyor.” (ss. 66-67)

    “Kataloğumun 1. cildinin üçüncü faslında George Sarton denen büyük bir bilim adamından bahis var. Bir bilim tarihçisi… Ben sadece İslâmî bilimler tarihini yazıyorum. Bu adam, bütün kültür dünyalarının bilim tarihlerini yazacak kadar cesur bir adam. Çok hürmet duyduğum insanlardan biri. Oryantalistlerin İslâm bilimlerine dair müspet tespitlerini ilk defa bilimler tarihine sokan kişi. Böyle büyük bir adam, İslâm bilimlerini çok iyi biliyor. Diyor ki: ‘Bu, İslâm bilimlerinin mucizesi. Bu mucizenin sebeplerini ben çözemedim’ diyor.” (s. 74)

    “Biz okulda, lisede hocalarımızdan yanlış, haksız hikâyeler duyardık. Ben ilkokula gittiğimde okulun ikinci haftasında benim süslü püslü bir hanım öğretmenim vardı. O derste bize diyordu ki: “Müslüman âlimler dünyanın öküzün boynuzunda olduğuna inanıyorlar.” Ben bunun tashihini hiçbir lise kitabında görmedim. Ben bu bilgiyi üniversiteye kadar taşıdım. Alman hocam Hellmut Ritter’in sayesinde etütlere girdim, gerçekleri gördüm. Frankfurt’taki çalışmalarımdan sonra baktım ki Müslümanlar dünyayla güneş arasındaki en kısa mesafenin en uzak noktasının yıllık ne kadar değiştiğini saniyelerle hesaplayabilmişler. Yine Bîrûnî dört mevsimin süresini tutuyor, ondan sonra bunu diferansiyel matematikte çözüyor. Bunları öğrendik. Bu bilgiyle benim hoca hanımın söylediği laf arasındaki farkı daima düşünüyorum.” (s. 75)

    Sezgin: “O günler şöyle bir kararım da vardı: Yarım gün gidip bir yerde inşaat işçisi olarak çalışacaktım. Ondan sonraki yarım gün ve geceyi kitabımı yazarak geçirecektim.”

    Turan: “Yarım gün inşaat işçisi olarak çalışacaktınız, geriye kalan zamanınızı da bilime ayıracaktınız!”

    Sezgin: “Evet öyleydi. Bu düşünce bana müthiş bir kuvvet veriyordu! Uçuyordum biliyor musunuz?” (s. 85)

    “Ben 7. ciltte ilk defa İslâm meteoroloji tarihini yazdım. Yani böyle bir şey hiç yoktu. O meteoroloji tarihini yazarken gördüm ki Avrupa’nın 18., 19. yüzyılında vardıkları neticelere Müslümanlar 9. yüzyılda varmışlar. Mesela “rüzgâr nasıl ortaya çıkar? Med ve cezir nasıl olur? Dolu nasıl oluşur?” gibi bu türden meteorolojik meseleleri Müslümanlar 9. yüzyılda biliyorlardı. Mesela rüzgârın nasıl ortaya çıktığı meselesini Avrupalıların modern bilimler tarihi, Immanuel Kant’a dayandırır. Ama Müslümanlar bunu daha önceden en mükemmel şekilde hem de 9. yüzyılda biliyorlardı. Meteoroloji tarihi bu bakımdan son derece mühimdir derim.” (ss. 95-96)

  • Görseller
    2.676 kere okundu

    Bu sayfada, Kur’an ayetlerinden bir kısmının Türkçe meallerinin yer aldığı görselleri bulacaksınız. Nadiren bazı görsellere ayetten anladığımı da yazdım. Sure adları ve ayet numaralarına tıklayarak açabileceğiniz görselleri indirebilir ve üzerlerinde hiçbir değişiklik yapmadan istediğiniz gibi paylaşabilirsiniz.

    İsra Suresi, 32

    Zümer Suresi, 3

    Rahmân Suresi, 5

    Mü’min Suresi, 26

    Tevbe Suresi, 128-129

    Zilzal Suresi, 1-8

    Yusuf Suresi, 24

    Hud Suresi, 51 / Şuara Suresi, 109 – 164 – 180

    Ra’d Suresi, 22

    Bakara Suresi, 285 / A’raf Suresi, 158

    Nur Suresi, 30

    Zuhruf Suresi, 22-24

    Saffat Suresi, 35

    Hicr Suresi, 9; Fransızca, İngilizce ve Türkçe

    Bakara Suresi, 136 – 285 / Nisa Suresi, 152

    Hadid Suresi, 9

    Şura Suresi, 52 / Bakara Suresi, 285 / Duhan Suresi, 7 / Ahkaf Suresi, 9 / Araf Suresi, 203 / En’am Suresi, 19 – 50

    Zariyat Suresi, 19

    Fussilet Suresi, 44

    İsra Suresi, 9

    Nur Suresi, 18 / Yusuf Suresi, 1

    Maide Suresi, 90

    İsra Suresi, 9 / Zuhruf Suresi, 36-37

    Hadid Suresi, 9 / Furkan Suresi, 1

    Rahman Suresi, 3-4

    Fecr Suresi, 18 / Bakara Suresi, 215

    Şuara Suresi, 165-168

    Casiye Suresi, 13

    Şura Suresi, 13

    Fatiha Suresi, 4

    Fussilet Suresi, 34-35

    Bakara Suresi, 166-167

    A’raf Suresi, 187

    Hac Suresi, 78

    Hadid Suresi, 9

    Al-i İmran Suresi, 134 / Enfal Suresi, 61

    Maide Suresi, 8