• Bilim ve Yaratılış

    “GALAKSİ KÜMESİ” Mİ DEMEK İSTERSİNİZ, “TELESKOP” MU?

    3.047 kere okundu
    Credit: NASA; ESA; L. Bradley (Johns Hopkins University); R. Bouwens (University of California, Santa Cruz); H. Ford (Johns Hopkins University); and G. Illingworth (University of California, Santa Cruz)

    Kütlesi olan (elbette biz de dahil) her şeyin uzay-zamanı büktüğünü az çok herkes biliyordur artık. Gezegenimizde tam Güneş tutulmasının gerçekleşebilmesi nimetinden istifade edilerek kütlenin uzay-zamanı büktüğünün 1 asır önce ispat edildiğini daha önce detaylı anlatmıştım. Bir galaksi kümesi ise tahmin edeceğiniz gibi, bu bükmeyi Güneş’ten daha çok yapar. Çünkü bir kümenin içindeki onlarca veya yüzlerce galaksi, onlara göre zerre kadar kalan Güneş’ten daha çok kütleye sahiptir.

    Galaksi kümelerinin toplam kütleleri çok büyük olduğu için ışığı bükerek bir mercek gibi odaklarlar. Buna “kütle çekimsel mercek etkisi” deniyor. Bizler bu etki aracılığıyla, bu kümenin arkasında bulunan ve elimizdeki imkânlarla göremeyeceğimiz kadar uzakta olan galaksileri görebilir oluruz. Sonuç olarak galaksi kümeleri adeta dev bir mercek gibi davranmış, teknoloji ile asla elde edemeyeceğimiz büyüklükte (muazzam) bir teleskop görevi görmüş olur.

    Takip edenler bilir; bilim insanları bazen çok uzakta galaksi keşfettiklerini açıklarlar. İşte bu galaksilerin büyük kısmı, bahsettiğim bu kütle çekimsel mercek etkisi vesilesiyle keşfedilmiştir. İncelediğimiz kümeden çok daha uzaktaki galaksilerin -bizce- soluk ışıkları, bu kümenin kütle çekimiyle bize (gözlemciye) odaklanıyor ve dikkatli inceleyenler o çok uzak galaksileri, şekilleri biraz farklılaşmış olsa da görebiliyor.

    Bu mercek etkisi olmasaydı, günümüzde keşfetmiş olduğumuz çok uzak galaksilerin büyük kısmını göremeyeceğimiz ifade ediliyor. Mesela kütle çekimsel mercek etkisiyle tespit edilen galaksilerden birine örnek, A1689-zD1’dir (2008 yılında). A1689-zD1 ile aramızda kalan Abell 1689 (fotoğraftaki) galaksi kümesinin kütle çekimi sebebiyle, A1689-zD1 adlı galaksiyi görebilir ve inceleyebilir durumda olduk.

    Uzak (doğal olarak evrenin geçmişini gösteren) galaksileri görebilmemiz, evrenin yaratılış anına yakın dönemleri inceleyebilmemiz için büyük önem taşıyor. Fotoğrafa dikkatli bakarsanız seçebileceğiniz ince ve eğri ışıklar, bize yaklaşık 2.3 milyar ışık yılı uzaklıkta olan Abell 1689 isimli bu kümeden çok daha uzaktaki galaksilerin, mercek etkisi aracılığıyla bize ulaştırılan görüntüleridir.

    Daha önce süpernovaların, nötron yıldızlarının, Ay’ın, Güneş tutulmasının, Merih’in, Merkür’ün, Venüs’ün (sera etkisi örneğini hatırlayın), Jüpiter’in ve diğer gezegen ve yıldızların nasıl bizlere hem bilgi edinme anlamında, hem de fiziksel anlamda nimet kılındığından bahsetmiştim. Galaksi kümeleri aracılığıyla meydana gelen bu büyük etki de bir bilgi edinme aracı olarak bizlere sunulmuş bir nimettir. Her araştırmayla, evrendeki her detayın insanlara sunulmuş bir güzellik ve imkân olduğu, insanlar için daha da net açığa çıkar olmaktadır.

    “Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.” (Casiye Suresi, 13)

    “Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir bilgiye dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.” (Lokman Suresi, 20)

    Onur Mustafa Ezber

  • Kitaplardan Faydalı Alıntılar

    Fuat Sezgin-Sefer Turan söyleşisi, “Bilim Tarihi Sohbetleri”, Pınar Yayınları, 2. Baskı, Şubat 2019

    1.435 kere okundu

    “Bilim Tarihi Sohbetleri” adlı bu kitap, bilimler tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Sefer Turan ile yaptığı söyleşileri içeriyor. Burada kitaptan, Fuat hocamızın bazı sözlerini aktardım. Sefer Turan’ın sözleri nadiren geliyor, o kısımlarda soyadları da belirtilmiştir.

    “Bakın dün Frankfurt’taydım ve Berlin Üniversitesi’nden bir profesör geldi asistanıyla birlikte. Kendisi bilimler tarihçisi değil. Benim 5 ciltlik kataloğumu görmüş. Optik cildini okuduktan sonra bu senenin sonuna doğru “İslâm’da Optik” konulu bir kongre düzenlemeye karar vermiş. Beni haberdar etti. Bana bir mektup yazdı, “her şeye rağmen hâlâ ümidimi kesmeyeceğim, size geleceğim” dedi ve geldi. Çok sempatik bir adamdı. Asistanlarımdan birine müzeyi gezdirmesini söyledim. İki saate yakın müzeyi gezdikten sonra bana geldi, dehşete düşmüştü. Ben, kataloğuma rağmen bunların ona bu kadar tesir edebileceğini zannetmiyordum, tahmin etmiyordum. Müthiş heyecanlanmıştı. Bu, 65 yaşına girmiş akıllı bir profesörün heyecanı. Bu zannedersem size birçok şeyi ifade eder.” (s. 34) 

    “Müslümanlar Hicri 2. yüzyılda kimya ilmini bir tecrübî ilim olarak kurdular. Bunu kuran adam büyük bir şahsiyet, büyük bir bilim adamıydı: Cabir İbni Hayyan. Cabir İbni Hayyan’ın kitapları 12. yüzyılda Avrupa’ya intikal etti, ona Geber diyorlardı. (Onun Latinlerin kafasındaki hayale dayanan bir resmi vardır. O resmi de müzenin duvarlarında asılı olarak göreceksiniz.) Bu adamcağız kimya ilminde öyle bir ilerleme kat ediyor ki ancak ondan sonra 18. ve 19. yüzyılda ona ilave edilebilecek yeni bazı kıpırdamalar görüyoruz. Bunun yüzlerce misali vardır. Çoğu benim o kataloğun 1. cildindedir.” (ss. 37-38)

    “Müslümanlar 15. yüzyılda Afrika’nın doğusuyla Sumatra arasındaki mesafeyi bugünkü gerçeğe aşağı yukarı tamamıyla uyacak şekilde hesaplayabiliyorlardı, düşünün. Evet. 6.600 kilometrelik mesafeyi hesaplayabiliyorlardı. Bunun altında müthiş metotlar vardı. Onu da kitaplarımda bulacaksınız, o ne müthiş bir şeydir. Bu, Avrupa’da ancak 20. yüzyılın birinci yarısında mümkün olmuştur.” (s. 38)

    “10. yüzyıldan itibaren Bizanslılar Müslümanlardan bilimleri alıyorlar, tercüme ediyorlar Yunanca’ya… Ancak ne diyorlar biliyor musunuz? Müslümanların yeni şeyler keşfettiklerinin farkında bile olmadan, umursamadan: ‘Bunlar hâlâ bizim, Yunanlıların bilimleri’ ” (s. 41)

    Sezgin: “Avusturyalı büyük bir bilgin vardı, diyor ki: ‘Yunanların bilimler tarihinin başlangıcında değil gelişmesinin ortasında olduğunu söylediğimiz zaman büyük hücumlarla karşılaşıyoruz!’ Bu fikir hâlâ devam ediyor. Belki yavaş yavaş değişmeye başladı ama o değişmeyen kafaların yanında değişme oranı çok küçük kalıyor.”

    Turan: “Yani Müslümanların bilime katkısını hâlâ kabul etmiyorlar.”

    Sezgin: “Aslında bizim Türklerin bir kısmı da kabul etmek istemiyor! Gerçekten enteresan, inanmak istemiyorlar.” (ss. 55-56)

    “Almanya’da Müslümanların bilimler tarihindeki yerini bilen insanlar Türkiye’de bilenlerden sayıca fazla. Alman bir felsefeci Hanım Sigrid Hunke, Batı’nın Üzerine Doğan Allah’ın Güneşi kitabının sahibi, okudunuz mu, bilmiyorum? Kendisi oryantalist olmamasına rağmen bu çok akıllı kadın oryantalistlerin müspet tespitlerine dayanarak çok mühim bir kitap yazdı. Bu kitap Japonca’ya, Arapça’ya, Fransızca’ya tercüme edildi ama İngilizce’ye tercüme edilmedi. Ve bu kitap Türkçe’ye de tercüme edildi.” (s. 56)

     “…Alman televizyonlarından biri “Dünyanın Mucizeleri” adlı bir programda bizim müzenin otuz dakikalık kısa bir filmini yaptı. Programın yapımcısı bu programdan dolayı ölüm tehditleri aldı. Bize tehdit gelmedi ama o adamcağız, “Bu işe girerseniz hayatınız tehlikeye girer!” diye tehditler aldığını bize anlattı. Alman bilginlerinin, İslâm bilginlerinin başarılarını tanıma hususundaki bilgilerimizin gelişmesinde çok büyük katkıları vardır. Ama öbür tarafta da böyle bir taassup var!” (ss. 56-57)

     “Müslümanlar 16. yüzyılın ortalarına kadar bilimde Avrupalılara nispetle daha ilerdeydiler. Fakat Avrupalılar Müslümanlardan bilgiyi 10. yüzyıldan itibaren aldılar. Bu alış merhalesi tam 500 yıl sürdü. Bizim Türklerin çoğu bunu bilmezler.” (s. 57)

    “Birkaç ay evvel araştırmalarım arasında, bir Alman bilgininin bir tespitine rastladım, şunu söylüyor ki benim için çok önemli, bunu kitabımda da kullanacağım. İslâm coğrafyasından hiç haberleri yok, kendi kendilerine münakaşa ediyorlar. Evet, adam diyor ki: “İnsan Avrupa kıtasının coğrafyasını araştırdığı zaman görüyor ki 18. yüzyıla kadar sadece İspanya’nın coğrafyası var. Diğerlerinin; Almanya’nın, Fransa’nın coğrafyası falan yok.” Bunu 1982’de bir Alman bilgini söylüyor. Acaba neden İspanya’nın coğrafyası var da diğerlerinin yok? Çünkü İspanya’da Müslümanlar yaşıyordu da ondan. Evet, gerçekten çok enteresan bir şey… Avrupa kıtasının haritasını yani Fransa’nın, Almanya’nın, İsveç’in gerçek enlem-boylam derecelerine dayanan haritalarını ne zaman yaptılar biliyor musunuz? 1850 senesinden sonra!” (s. 66)

     Turan: “Peki İslâm dünyasında ilk harita ne zaman yapıldı hocam?”

    Sezgin: “9. yüzyılın başından itibaren enlem boylam derecelerine dayanan haritalar yapmaya başladılar. Ve müthiş bir şekilde de yaptılar! Öylesine müthiş bir şekilde yaptılar ki mesela Yunanlılarda Akdeniz’in uzunluğu 62-63 dereceydi. Bunu Müslümanlar daha 9. yüzyılda 10-11 derece tashih ettiler, 52-53 dereceye indirdiler. Esasında uzunluk 42 derecedir. 11-12. yüzyılda yeni bir hamleye girdiler ve bunu 44 dereceye indirdiler. Bizim Osmanlı âlimleri de enlem-boylam dereceleriyle haritalar yapıyorlardı. Ben şimdi onların haritalarını toplamaya çalışıyorum, müthiş neticeler çıktı ortaya. Bakıyorsunuz Anadolu haritalarını, Balkan haritalarını o kadar mükemmel yapmışlar ki, maalesef bu gerçek bugüne kadar bilinmiyor.” (ss. 66-67)

    “Kataloğumun 1. cildinin üçüncü faslında George Sarton denen büyük bir bilim adamından bahis var. Bir bilim tarihçisi… Ben sadece İslâmî bilimler tarihini yazıyorum. Bu adam, bütün kültür dünyalarının bilim tarihlerini yazacak kadar cesur bir adam. Çok hürmet duyduğum insanlardan biri. Oryantalistlerin İslâm bilimlerine dair müspet tespitlerini ilk defa bilimler tarihine sokan kişi. Böyle büyük bir adam, İslâm bilimlerini çok iyi biliyor. Diyor ki: ‘Bu, İslâm bilimlerinin mucizesi. Bu mucizenin sebeplerini ben çözemedim’ diyor.” (s. 74)

    “Biz okulda, lisede hocalarımızdan yanlış, haksız hikâyeler duyardık. Ben ilkokula gittiğimde okulun ikinci haftasında benim süslü püslü bir hanım öğretmenim vardı. O derste bize diyordu ki: “Müslüman âlimler dünyanın öküzün boynuzunda olduğuna inanıyorlar.” Ben bunun tashihini hiçbir lise kitabında görmedim. Ben bu bilgiyi üniversiteye kadar taşıdım. Alman hocam Hellmut Ritter’in sayesinde etütlere girdim, gerçekleri gördüm. Frankfurt’taki çalışmalarımdan sonra baktım ki Müslümanlar dünyayla güneş arasındaki en kısa mesafenin en uzak noktasının yıllık ne kadar değiştiğini saniyelerle hesaplayabilmişler. Yine Bîrûnî dört mevsimin süresini tutuyor, ondan sonra bunu diferansiyel matematikte çözüyor. Bunları öğrendik. Bu bilgiyle benim hoca hanımın söylediği laf arasındaki farkı daima düşünüyorum.” (s. 75)

    Sezgin: “O günler şöyle bir kararım da vardı: Yarım gün gidip bir yerde inşaat işçisi olarak çalışacaktım. Ondan sonraki yarım gün ve geceyi kitabımı yazarak geçirecektim.”

    Turan: “Yarım gün inşaat işçisi olarak çalışacaktınız, geriye kalan zamanınızı da bilime ayıracaktınız!”

    Sezgin: “Evet öyleydi. Bu düşünce bana müthiş bir kuvvet veriyordu! Uçuyordum biliyor musunuz?” (s. 85)

    “Ben 7. ciltte ilk defa İslâm meteoroloji tarihini yazdım. Yani böyle bir şey hiç yoktu. O meteoroloji tarihini yazarken gördüm ki Avrupa’nın 18., 19. yüzyılında vardıkları neticelere Müslümanlar 9. yüzyılda varmışlar. Mesela “rüzgâr nasıl ortaya çıkar? Med ve cezir nasıl olur? Dolu nasıl oluşur?” gibi bu türden meteorolojik meseleleri Müslümanlar 9. yüzyılda biliyorlardı. Mesela rüzgârın nasıl ortaya çıktığı meselesini Avrupalıların modern bilimler tarihi, Immanuel Kant’a dayandırır. Ama Müslümanlar bunu daha önceden en mükemmel şekilde hem de 9. yüzyılda biliyorlardı. Meteoroloji tarihi bu bakımdan son derece mühimdir derim.” (ss. 95-96)

  • Görseller
    3.048 kere okundu

    Bu sayfada, Kur’an ayetlerinden bir kısmının Türkçe meallerinin yer aldığı görselleri bulacaksınız. Nadiren bazı görsellere ayetten anladığımı da yazdım. Sure adları ve ayet numaralarına tıklayarak açabileceğiniz görselleri indirebilir ve üzerlerinde hiçbir değişiklik yapmadan istediğiniz gibi paylaşabilirsiniz.

    İsra Suresi, 32

    Zümer Suresi, 3

    Rahmân Suresi, 5

    Mü’min Suresi, 26

    Tevbe Suresi, 128-129

    Zilzal Suresi, 1-8

    Yusuf Suresi, 24

    Hud Suresi, 51 / Şuara Suresi, 109 – 164 – 180

    Ra’d Suresi, 22

    Bakara Suresi, 285 / A’raf Suresi, 158

    Nur Suresi, 30

    Zuhruf Suresi, 22-24

    Saffat Suresi, 35

    Hicr Suresi, 9; Fransızca, İngilizce ve Türkçe

    Bakara Suresi, 136 – 285 / Nisa Suresi, 152

    Hadid Suresi, 9

    Şura Suresi, 52 / Bakara Suresi, 285 / Duhan Suresi, 7 / Ahkaf Suresi, 9 / Araf Suresi, 203 / En’am Suresi, 19 – 50

    Zariyat Suresi, 19

    Fussilet Suresi, 44

    İsra Suresi, 9

    Nur Suresi, 18 / Yusuf Suresi, 1

    Maide Suresi, 90

    İsra Suresi, 9 / Zuhruf Suresi, 36-37

    Hadid Suresi, 9 / Furkan Suresi, 1

    Rahman Suresi, 3-4

    Fecr Suresi, 18 / Bakara Suresi, 215

    Şuara Suresi, 165-168

    Casiye Suresi, 13

    Şura Suresi, 13

    Fatiha Suresi, 4

    Fussilet Suresi, 34-35

    Bakara Suresi, 166-167

    A’raf Suresi, 187

    Hac Suresi, 78

    Hadid Suresi, 9

    Al-i İmran Suresi, 134 / Enfal Suresi, 61

    Maide Suresi, 8