• Bilim ve Yaratılış

    ENFLASYONCU ÇOK-EVRENLER MODELİ / KAÇILAMAYAN GERÇEK; HASSAS AYAR / YARATILIŞ

    1.375 kere okundu

     Evrende insanın varlığına hizmet eden hassas ayarları inkâr etmek niyetiyle ortaya koyulabilecek bütün iddialar/varsayımlar eğer varlıkların yapısına, varlıkla uyumlu matematiğe/hesaplamalara, kısacası ‘gerçekliğe’ bağlı olarak çarpıtılmadan sınanacaksa, karşımıza çok daha büyük bir hassas ayarın var olacağı sonucu çıkar. Böyle bir sorgulamadan geçen her varsayım, çok daha büyük bir hassas ayarın var olacağını gösterdi.

     Washington State Üniversite’sinden matematik, fizik ve felsefe alanlarından mezup olup Notre Dame Üniversitesi’nde doktora çalışmasını felsefe alanında yapan Dr. Robin Collins, “God, Design and Fine-Tuning” (Tanrı, Tasarım ve İnce-Ayar) isimli makalesinde, çok-evrenlerin var olmasının ancak çok daha büyük hassas ayarların var olması anlamına geleceğini şu ifadeleriyle açıklıyor:

     “Eğer bu doğruysa, o zaman ince-ayarın bir açıklaması olarak bir tür çok-evrenler üretecine başvurmak, sadece, tasarım meselesini bir kademe yukarıya, yani çok-evrenler üretecini kim tasarladı sorusuna yükseltecektir. Yukarıda tartışılan enflasyoncu senaryo, bu düşünme tarzının iyi bir test örneğidir. Enflasyoncu/süpersicim çok-evrenler üreteci, ancak aşağıdaki “bileşenlere” veya “mekanizmalara” sahip olduğu için yaşamı-destekleyici evrenler üretebilir…” [1] [2]

     Ayrıca varsayılan bir ‘çok-evrenler üreteci’ gerçekten varsa zaten bu ‘çok-evrenler üreteci’nin kendisi de kendiliğinden var olmaz ve yaratılmış olması gerekmektedir. Var olduğu hayal edilen bütün evrenler/varlıklar kendi kendilerinin açıklaması olmazlar ve kaçınılmaz olarak bir başlangıca muhtaçtırlar. İçinde bulunduğumuz evren, çok sayıda evrenden biri olsaydı bile, bu çoklu evrenin kendisi de mutlak bir başlangıca sahip olmak durumunda olurdu. 3 önemli kozmolog olan Arvind Borde, Alan Guth ve Alexander Vilenkin’in ortaya koyduğu çalışma, bunu da çoktan göstermiştir.

      Tufts Üniversitesi’nden fizik profesörü ve Kozmoloji Enstitüsü direktörü olan Vilenkin, bulgularının sonucunu ve bu sonucun ateist inanca bağımlılık gösterenler için mutlak ve kalıcı bir sorun olduğu hakikatini şöyle belirtiyor:

     “Bir argümanın makul insanları inandıran şey olduğu, ispatınsa (proof) makul olmayan bir insanı bile inandıran şey olduğu söylenir. Mevcut ispatla, kozmologlar geçmiş ezeli bir evren olasılığının arkasına daha fazla gizlenemezler. Kaçış yok, kozmik bir başlangıç problemiyle yüzleşmek zorundalar.” [3]

     Fakat varlıkların/evrenlerin sonsuz geçmişten beri olamayacağı zaten, akıl kullanılarak hemen anlaşılan sarih bir gerçektir. Geçmişte ve günümüzde düşünen insanların defalarca izah ettiği gibi, zaman kavramı ile ilgili çok açık bir gerçek vardır; zaman başlangıçsız olamaz, geçmiş sonsuz olamaz. Ben de bu gerçeği, insanlara, kendi düşünce/örnek ve cümlelerimle çoğu kez anlatmaya çalıştım. Konuyu genelde şu cümleleri kurarak özetliyorum:

     “Doğanın arkasında doğa olmaz. Doğa zamanlı varlıktır. Üzerinde zamanın geçtiği bir varlığın ardında hep üzerinde zamanın geçtiği varlıklar olsa geçmiş sonsuz olurdu. Geçmiş sonsuz olsaydı bu yazıyı okuduğunuz ‘şu an’ sonsuza kadar gelemezdi. Zaman, yok iken yaratılmıştır. Doğa, belli zaman önce yok iken yaratıldığı için mevcuttur.”

     Burada yaptığımız ise, çok-evrenler üretecinin var olduğunu varsaydıktan sonra üzerinde düşünmek ve bütün bu sistemin de ancak çok hassas ayarlı olması şartı ile var olabileceğimizi görmek. Dr. Robin Collins, yukarıda aktardığım sözünde bahsettiği o bileşenleri veya mekanizmaları 4 maddeyle detaylı bir şekilde izah ettikten sonra da şöyle diyor:

     “Özetle, bir enflasyoncu/süper-sicim çok-evrenler üreteci var olsa bile, arka-plan yasaları ve ilkeleriyle birlikte onun, hayata izin veren evrenlerin üretilmesi için yasaların ve alanların doğru bir kombinasyonuna sahip, biyokimyacı Michael Behe’den ödünç alacağımız bir ifadeyle söylersek, indirgenemez şekilde karmaşık bir sistem olduğu söylenebilirdi: Bileşenlerden biri olmasaydı veya farklı olsaydı, mesela Einstein’ın denklemi veya Pauli-dışlama ilkesi gibi, hayata izin veren herhangi bir evrenin üretilebilmesi ihtimal-dışı olurdu.”

     Ayrıca Dr. Collins makalesini tamamlarken; “Tanrı’nın sonsuz ve sonsuz şekilde yaratıcı olduğu göz önünde tutulunca, Tanrı’nın, sadece hem uzay hem zaman olarak geniş bir evren değil, aynı zamanda belki de böylesi birçok evren yaratacağı da anlamlı hale gelmektedir.” diyerek çok evrenlerin var olmasının, onları ve her şeyi yaratmaya kadir olan, yüceliği ve bilgisi sonsuz olan Yaratıcı’nın apaçık varlığını kabul edenlerin zaten bekleyeceği bir durum olduğunu vurgulamaktadır.

     Son olarak, eskiden ateizmi savunan fakat sonra modern bilimin gösterdiği delilleri inceleyerek Yaratıcı’nın apaçık varlığını kabul eden -daha doğrusu örtbas ettiği bu kabulünü açığa vuran- felsefeci Antony Flew’in ‘çok evrenler’ ile ilgili konuyu güzel özetleyen bir sözünü aktarayım. Flew, “Yanılmışım Tanrı Varmış” isimli kitabında, evrendeki hassas ayarları inkâr edebilmek için ‘çok evrenler’ düşüncesini kullanma denemesi yapmış olanların çelişkisini ve çıkmazını şu sözleriyle anlatıyor:

     “Bir evrenin varlığı bir açıklama gerektiriyorsa birden fazla evrenin varlığı çok daha büyük bir açıklama gerektirir: Bu evrenlerin toplam sayısı, sorunu daha da büyütmektedir. Bu durum, öğretmenini ev ödevini köpeğinin yediğine inandıramadığı için hikâyesini ev ödevini sayılamayacak kadar kalabalık bir köpek sürüsünün yediği şeklinde değiştiren öğrencinin durumuna benzemektedir.” [4]

    Onur Mustafa Ezber


    Kaynaklar ve Not:

    [1] Robin Collins, “God, Design, and Fine-Tuning”
    http://citeseerx.ist.psu.edu/viewdoc/download?doi=10.1.1.470.7166&rep=rep1&type=pdf (Erişim tarihi: 30 Temmuz 2019)

    [2] Yazıda en sık alıntı yaptığım Dr. Robin Collins’in makalesinin tamamı Türkçe olarak da yayımlanmıştır. Ben de o çeviriden alıntı yaptım. Söz konusu çeviri, editörlüğünü Caner Taslaman ve Enis Doko’nun yaptığı ve internetten ücretsiz olarak da okuyabileceğiniz “Allah, Felsefe ve Bilim” adlı kitabın 17. ve 57. sayfası arasındadır. Makaleyi çevirerek ülkemize kazandıran, Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fehrullah TERKAN‘dır.

    [3] Alex Vilenkin, “Many Worlds in One”, s. 176

    [4] Antony Flew, “Yanılmışım Tanrı Varmış” (There is a God), çev. Zeynep Ertan ve Hasan Kaya, Profil Yayıncılık, 9. baskı, ss. 128-129

  • Kitaplardan Faydalı Alıntılar

    Fuat Sezgin-Sefer Turan söyleşisi, “Bilim Tarihi Sohbetleri”, Pınar Yayınları, 2. Baskı, Şubat 2019

    1.147 kere okundu

    “Bilim Tarihi Sohbetleri” adlı bu kitap, bilimler tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Sefer Turan ile yaptığı söyleşileri içeriyor. Burada kitaptan, Fuat hocamızın bazı sözlerini aktardım. Sefer Turan’ın sözleri nadiren geliyor, o kısımlarda soyadları da belirtilmiştir.

    “Bakın dün Frankfurt’taydım ve Berlin Üniversitesi’nden bir profesör geldi asistanıyla birlikte. Kendisi bilimler tarihçisi değil. Benim 5 ciltlik kataloğumu görmüş. Optik cildini okuduktan sonra bu senenin sonuna doğru “İslâm’da Optik” konulu bir kongre düzenlemeye karar vermiş. Beni haberdar etti. Bana bir mektup yazdı, “her şeye rağmen hâlâ ümidimi kesmeyeceğim, size geleceğim” dedi ve geldi. Çok sempatik bir adamdı. Asistanlarımdan birine müzeyi gezdirmesini söyledim. İki saate yakın müzeyi gezdikten sonra bana geldi, dehşete düşmüştü. Ben, kataloğuma rağmen bunların ona bu kadar tesir edebileceğini zannetmiyordum, tahmin etmiyordum. Müthiş heyecanlanmıştı. Bu, 65 yaşına girmiş akıllı bir profesörün heyecanı. Bu zannedersem size birçok şeyi ifade eder.” (s. 34) 

    “Müslümanlar Hicri 2. yüzyılda kimya ilmini bir tecrübî ilim olarak kurdular. Bunu kuran adam büyük bir şahsiyet, büyük bir bilim adamıydı: Cabir İbni Hayyan. Cabir İbni Hayyan’ın kitapları 12. yüzyılda Avrupa’ya intikal etti, ona Geber diyorlardı. (Onun Latinlerin kafasındaki hayale dayanan bir resmi vardır. O resmi de müzenin duvarlarında asılı olarak göreceksiniz.) Bu adamcağız kimya ilminde öyle bir ilerleme kat ediyor ki ancak ondan sonra 18. ve 19. yüzyılda ona ilave edilebilecek yeni bazı kıpırdamalar görüyoruz. Bunun yüzlerce misali vardır. Çoğu benim o kataloğun 1. cildindedir.” (ss. 37-38)

    “Müslümanlar 15. yüzyılda Afrika’nın doğusuyla Sumatra arasındaki mesafeyi bugünkü gerçeğe aşağı yukarı tamamıyla uyacak şekilde hesaplayabiliyorlardı, düşünün. Evet. 6.600 kilometrelik mesafeyi hesaplayabiliyorlardı. Bunun altında müthiş metotlar vardı. Onu da kitaplarımda bulacaksınız, o ne müthiş bir şeydir. Bu, Avrupa’da ancak 20. yüzyılın birinci yarısında mümkün olmuştur.” (s. 38)

    “10. yüzyıldan itibaren Bizanslılar Müslümanlardan bilimleri alıyorlar, tercüme ediyorlar Yunanca’ya… Ancak ne diyorlar biliyor musunuz? Müslümanların yeni şeyler keşfettiklerinin farkında bile olmadan, umursamadan: ‘Bunlar hâlâ bizim, Yunanlıların bilimleri’ ” (s. 41)

    Sezgin: “Avusturyalı büyük bir bilgin vardı, diyor ki: ‘Yunanların bilimler tarihinin başlangıcında değil gelişmesinin ortasında olduğunu söylediğimiz zaman büyük hücumlarla karşılaşıyoruz!’ Bu fikir hâlâ devam ediyor. Belki yavaş yavaş değişmeye başladı ama o değişmeyen kafaların yanında değişme oranı çok küçük kalıyor.”

    Turan: “Yani Müslümanların bilime katkısını hâlâ kabul etmiyorlar.”

    Sezgin: “Aslında bizim Türklerin bir kısmı da kabul etmek istemiyor! Gerçekten enteresan, inanmak istemiyorlar.” (ss. 55-56)

    “Almanya’da Müslümanların bilimler tarihindeki yerini bilen insanlar Türkiye’de bilenlerden sayıca fazla. Alman bir felsefeci Hanım Sigrid Hunke, Batı’nın Üzerine Doğan Allah’ın Güneşi kitabının sahibi, okudunuz mu, bilmiyorum? Kendisi oryantalist olmamasına rağmen bu çok akıllı kadın oryantalistlerin müspet tespitlerine dayanarak çok mühim bir kitap yazdı. Bu kitap Japonca’ya, Arapça’ya, Fransızca’ya tercüme edildi ama İngilizce’ye tercüme edilmedi. Ve bu kitap Türkçe’ye de tercüme edildi.” (s. 56)

     “…Alman televizyonlarından biri “Dünyanın Mucizeleri” adlı bir programda bizim müzenin otuz dakikalık kısa bir filmini yaptı. Programın yapımcısı bu programdan dolayı ölüm tehditleri aldı. Bize tehdit gelmedi ama o adamcağız, “Bu işe girerseniz hayatınız tehlikeye girer!” diye tehditler aldığını bize anlattı. Alman bilginlerinin, İslâm bilginlerinin başarılarını tanıma hususundaki bilgilerimizin gelişmesinde çok büyük katkıları vardır. Ama öbür tarafta da böyle bir taassup var!” (ss. 56-57)

     “Müslümanlar 16. yüzyılın ortalarına kadar bilimde Avrupalılara nispetle daha ilerdeydiler. Fakat Avrupalılar Müslümanlardan bilgiyi 10. yüzyıldan itibaren aldılar. Bu alış merhalesi tam 500 yıl sürdü. Bizim Türklerin çoğu bunu bilmezler.” (s. 57)

    “Birkaç ay evvel araştırmalarım arasında, bir Alman bilgininin bir tespitine rastladım, şunu söylüyor ki benim için çok önemli, bunu kitabımda da kullanacağım. İslâm coğrafyasından hiç haberleri yok, kendi kendilerine münakaşa ediyorlar. Evet, adam diyor ki: “İnsan Avrupa kıtasının coğrafyasını araştırdığı zaman görüyor ki 18. yüzyıla kadar sadece İspanya’nın coğrafyası var. Diğerlerinin; Almanya’nın, Fransa’nın coğrafyası falan yok.” Bunu 1982’de bir Alman bilgini söylüyor. Acaba neden İspanya’nın coğrafyası var da diğerlerinin yok? Çünkü İspanya’da Müslümanlar yaşıyordu da ondan. Evet, gerçekten çok enteresan bir şey… Avrupa kıtasının haritasını yani Fransa’nın, Almanya’nın, İsveç’in gerçek enlem-boylam derecelerine dayanan haritalarını ne zaman yaptılar biliyor musunuz? 1850 senesinden sonra!” (s. 66)

     Turan: “Peki İslâm dünyasında ilk harita ne zaman yapıldı hocam?”

    Sezgin: “9. yüzyılın başından itibaren enlem boylam derecelerine dayanan haritalar yapmaya başladılar. Ve müthiş bir şekilde de yaptılar! Öylesine müthiş bir şekilde yaptılar ki mesela Yunanlılarda Akdeniz’in uzunluğu 62-63 dereceydi. Bunu Müslümanlar daha 9. yüzyılda 10-11 derece tashih ettiler, 52-53 dereceye indirdiler. Esasında uzunluk 42 derecedir. 11-12. yüzyılda yeni bir hamleye girdiler ve bunu 44 dereceye indirdiler. Bizim Osmanlı âlimleri de enlem-boylam dereceleriyle haritalar yapıyorlardı. Ben şimdi onların haritalarını toplamaya çalışıyorum, müthiş neticeler çıktı ortaya. Bakıyorsunuz Anadolu haritalarını, Balkan haritalarını o kadar mükemmel yapmışlar ki, maalesef bu gerçek bugüne kadar bilinmiyor.” (ss. 66-67)

    “Kataloğumun 1. cildinin üçüncü faslında George Sarton denen büyük bir bilim adamından bahis var. Bir bilim tarihçisi… Ben sadece İslâmî bilimler tarihini yazıyorum. Bu adam, bütün kültür dünyalarının bilim tarihlerini yazacak kadar cesur bir adam. Çok hürmet duyduğum insanlardan biri. Oryantalistlerin İslâm bilimlerine dair müspet tespitlerini ilk defa bilimler tarihine sokan kişi. Böyle büyük bir adam, İslâm bilimlerini çok iyi biliyor. Diyor ki: ‘Bu, İslâm bilimlerinin mucizesi. Bu mucizenin sebeplerini ben çözemedim’ diyor.” (s. 74)

    “Biz okulda, lisede hocalarımızdan yanlış, haksız hikâyeler duyardık. Ben ilkokula gittiğimde okulun ikinci haftasında benim süslü püslü bir hanım öğretmenim vardı. O derste bize diyordu ki: “Müslüman âlimler dünyanın öküzün boynuzunda olduğuna inanıyorlar.” Ben bunun tashihini hiçbir lise kitabında görmedim. Ben bu bilgiyi üniversiteye kadar taşıdım. Alman hocam Hellmut Ritter’in sayesinde etütlere girdim, gerçekleri gördüm. Frankfurt’taki çalışmalarımdan sonra baktım ki Müslümanlar dünyayla güneş arasındaki en kısa mesafenin en uzak noktasının yıllık ne kadar değiştiğini saniyelerle hesaplayabilmişler. Yine Bîrûnî dört mevsimin süresini tutuyor, ondan sonra bunu diferansiyel matematikte çözüyor. Bunları öğrendik. Bu bilgiyle benim hoca hanımın söylediği laf arasındaki farkı daima düşünüyorum.” (s. 75)

    Sezgin: “O günler şöyle bir kararım da vardı: Yarım gün gidip bir yerde inşaat işçisi olarak çalışacaktım. Ondan sonraki yarım gün ve geceyi kitabımı yazarak geçirecektim.”

    Turan: “Yarım gün inşaat işçisi olarak çalışacaktınız, geriye kalan zamanınızı da bilime ayıracaktınız!”

    Sezgin: “Evet öyleydi. Bu düşünce bana müthiş bir kuvvet veriyordu! Uçuyordum biliyor musunuz?” (s. 85)

    “Ben 7. ciltte ilk defa İslâm meteoroloji tarihini yazdım. Yani böyle bir şey hiç yoktu. O meteoroloji tarihini yazarken gördüm ki Avrupa’nın 18., 19. yüzyılında vardıkları neticelere Müslümanlar 9. yüzyılda varmışlar. Mesela “rüzgâr nasıl ortaya çıkar? Med ve cezir nasıl olur? Dolu nasıl oluşur?” gibi bu türden meteorolojik meseleleri Müslümanlar 9. yüzyılda biliyorlardı. Mesela rüzgârın nasıl ortaya çıktığı meselesini Avrupalıların modern bilimler tarihi, Immanuel Kant’a dayandırır. Ama Müslümanlar bunu daha önceden en mükemmel şekilde hem de 9. yüzyılda biliyorlardı. Meteoroloji tarihi bu bakımdan son derece mühimdir derim.” (ss. 95-96)

  • Kısa Notlarım
    1.304 kere okundu

    Kısa kısa düşüncelerim:



    * Dünya’da EN VERİMSİZ dediğimiz yerler, Dünya’yı ve kâinatı incelememiz için yaratılmış EN VERİMLİ yerlerdir. İnsanların en az etkileşimde bulunduğu ve özel konumlarda bulunan bölgelerdir. Mesela Antarktika; iklim araştırmaları, jeofizik, biyoloji, uzay bilimleri için mükemmel bir doğal laboratuvar özelliği ile yaratılmış bizim için. Nem oranı en düşük yerlerden ve kışın sezon boyunca karanlık olması harika nimettir. Dünya’da sadece orada yapılabilen bazı gözlemler var. Dünya yaratıldığından beri ilk durumunda kaldığından, oradaki buz katmanlarından, Dünya’nın geçmişi ile ilgili bilimsel veriler elde ediliyor. Nem ve insan ışıklandırmaları, uzayı gözlemlemek için en büyük engellerdendir. Bu yüzden, Dünya’daki en etkili uzay araştırmalarının yapıldığı yerlerden biri, en kurak ve nem oranı düşük bölge olan Atacama Çölü olmaktadır.

    * Bilim, sadece Allah’a iman edenlerin alanıdır. Diğerlerinin bilimle uğraşıyor görünmeye çalışması, komik bir çelişki olur. Çünkü adı üstünde bilim, doğada bilgi olduğu düşüncesi üstüne kuruludur. Bilim yapan, doğada bir mantıksızlığa ve bir düzensizliğe ulaşmayı beklemez; varlıktaki mantığı/düzeni çözeceğini umar. Bilim; matematiği, kanunları kabul eder ve sonucunda keşfetmeyi umduğu şey mantıksızlık değil, bilgi ve anlamdır. Bilgi ise ‘Aklın’ sahip olduğudur. Ateizm bilim düşmanlığıdır; bilime ve göstereceği sonucun kabulüne engel olmanın en etkili yolunun, bilgi üzerinde tahrifat yapmak olduğunu keşfetmiş eski bir felsefi görüştür. İllüzyonistlerin yöntemi nasıl varlığın belli kısmını gizleyip gösterdiğini başka bir şeyle birleştirmekse, ateizm savunurunun yöntemi de bilginin belli kısmını kesip zihnindekiyle birleştirerek aktarmaktır.

    * Nötron yıldızları o kadar sıkıştırılmış yıldızlar ki içlerinden alınacak 1 çay kaşığı maddeyi taşıyabilmek için 4 milyondan fazla kamyona ihtiyaç olur! Son araştırmalar altının yaratılışının, 2 nötron yıldızının birleştirilmesi ile olduğunu gösterdi. Altın süs dışında, kendine has yaratılmış özel yapısı sebebiyle uzay ve havacılıktan elektrik ve elektronik sanayiine, bilişimden ilaç sektörüne kadar pek çok farklı alanda kullanılıyor. Uzaktakilerin bizimle alakası olmadığı görüşü de adım adım tarihe karışıyor. Nasıl bizim yararımız için yaratılmışlar, bilim bunları ortaya koyuyor. Etraflarında saniyede onlarca, yüzlerce kere dönen nötron yıldızlarına pulsar deniyor.

    * Yaratılışın delilleri belli yapı ve kanunlarla sınırlı değil. Her şey yaratılışın kesin delili; ‘zamanın akması’ bağlamında. Mesela düşen bir yaprak gördüğünüzü düşünün. Burada gördüğünüz şey bir harekettir, değişimdir. Eğer evrenin ve zamanın bir başlangıç anı, yani yaratılış anı olmasaydı böyle bir olay gerçekleşmeyeceği gibi hiçbir olay da gerçekleşmezdi. Çünkü bu yaprağın düşmeye başladığı belli bir vakit var. Eğer evren ve zaman başlangıçsız olsaydı, yani sonsuz olsaydı, o ‘sonsuz geçmiş’ geçip de yaprağın düşeceği o an sonsuza kadar gelemezdi. Bu her olay için böyle, algıladığınız her değişim ve düşünmeniz -ki o da zamanla olur- kesin bir yaratılış delilidir. ‘Değişenler’ yani sınırlılar, ‘değişmekten münezzeh’ yani sonsuz olanın varlığı ile vardır. Zaman, sınırlı bir zaman önce yok iken yaratıldığı için yaprağın düşme anı gelmiştir.

    * Güneş’ten sonra bize en yakın olan ‘Proxima Centauri’ adlı yıldıza uzaklığımız yaklaşık 4,24 ışık yılı, bir başka ifadeyle 40 trilyon km’dir. Saatte 1000 km hızla giden bir araç düşünün, bu hızla bu yıldıza yaklaşık 40 milyar saatte gidilir. 40 milyar saat, 4 milyon yıldan da uzun bir süredir; 4566210 yıl. Bu yıldız, bizim galaksimizdeki yaklaşık 300 milyar yıldızdan, Güneş’ten sonra bize en yakın olanı sadece (3’lü olarak kabul edilen Alfa Centauri sisteminden biri). İnsanların yaptığı ve Dünya’dan en uzak mesafeye gidebilmiş uzay aracı, 1977 yılında fırlatılan Voyager 1’dir ve hızı da saatte yaklaşık 61000 km. Güneş Sistemi’nden çıkarak Proxima Centauri yıldızına doğru giden Voyager 1’in, yıldıza bu hızla ancak 73000 yıldan daha uzun sürede ulaşabileceği hesaplanıyor. Allah, kâinatı müthiş bir ihtişamla yarattığını bizlere gösteriyor.

    * Bir varlığın olması, ancak varlığının başlaması ile mi mümkündür? Hayır, ama varlığı başlayanların olması, ancak varlığı başlamayan olduğu için mümkündür. Mutlak “varlık”, varlığı başlamayandır. Başlangıcı olmayan, değişmez. Değişenler, varlığı başlayanlardır. Değişenlerin başlangıç anı, değişmekten münezzeh olan zamansız olarak dilediği için vardır. Varlığı başlayanlar, varlığı başlamayan “sebebe” muhtaçtır. Tüm varlığın “sebebi”, zamansız olan mutlak varlık sonsuz yücedir. Bir “gelecek” beklemez. Hiçbir şey öğrenmez, bilir. “Bilgi”, O’nun bildiğidir. O’nun bildiğinden başka hiçbir bilgi yoktur. Sonsuz bilgi sahibidir, sınırsızdır. İlah, sadece sınırsız olandır. Sınırı olanın ötesinde 2. bir varlık var demektir. 1’den çok sınırsız olmaz, tek sınırsız olur. “O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadid Suresi, 3)

    * Allah’ın zamandan münezzeh olduğunu ve dolayısıyla geleceği tümüyle belirlediğini kabul etmeyenler, nasıl bir çelişkide olduklarını görmüyorlar. Çünkü zamanın, haşa Allah’ın Zatı için de geçtiğini iddia edenler, Allah’ın da geçmişi olduğunu iddia ederler. Haşa Allah’ın geçmişi olduğunu iddia edenler de “Allah’ın başlangıcı var” diyemeyeceklerine göre, Allah’ın geçmişinin sonsuz olduğunu iddia etmek zorundadırlar! “Allah’ın geçmişi sonsuz” diyorlarsa, bizi annemizin karnında yarattığı an gelmeden önce, Allah için sonsuz bir geçmişin geçtiğini söylemek zorundalar. Oysa adı üstünde ‘sonsuz’ sonsuzdur. Ve ‘sonsuz’ olan bir geçmiş geçip de annemizin karnında yaratıldığımız an sonsuza kadar gelmez. Gerçek açık; zamandan münezzeh olan yüce Allah, evreni ve zamanı sınırlı bir zaman önce yarattığı için, annemizin karnında bizi yarattığı an gelmiştir.

    * “Değişmek”, aslında aynı zamanda “başlamak” demektir. Başlangıcı olmayan değişmez, başlangıcı olan ise sürekli değişmek zorundadır. Bir varlık değişmiyorsa zaten, varlığının başlangıç anı yoktur ki. Değişmeyen varlık, zamansız varlıktır. Farklı ifade edecek olursam; bir varlığın değişmesi-hareketi, başlangıcı olduğu için olmaktadır. Dolayısıyla evrende istisnasız algıladığımız her şey ve hatta algılamamız -çünkü o da zamanla oluyor- yaratılış delilidir. Evrenin yaratılış anı 97000 sene önce veya 13.7 milyar sene önce ya da 800 trilyon sene önce olsun, hiç fark etmez. Değişme, mutlak-net-kesin bir yaratılış delilidir. Zaman, sınırlı bir zaman önce yaratılmıştır, varlık alemi bu yüzden var.

    * Evrenin yaratılışından çok çok kısa bir süre sonra evrenin boyutu, 1 atomun boyutu kadar genişlemişti. Hemen öncesinde evrenin boyutu daha küçüktü elbette. Atom boyutuna geldiği anı özellikle anlatıyorum, çünkü en azından atomu herkes duymuştur. Daha küçük boyuttakilerin adını ancak araştıranlar bilse de, yaşlısından gencine kadar herkes atomun nasıl bir boyutta olacağını yaklaşık olarak bilir. Evrendeki bütün gezegenler, yıldızlar, galaksiler bu 1 atom boyutu kadar olan yerde idi. Tabi o boyutta hiç beklemeden hızla genişlemeye devam etti. Allah evreni böyle bir yaratışla var etti. Şimdi ise, “Bu kadar geniş bir evren, bu kadar küçük olan insan için mi var sadece?” diye soruyoruz önemi manâ yerine fiziksel büyüklüğe verme gafletine düşerek. Bu soruya “evet” de diyebiliriz “hayır” da, esas konu bu değil. İlginç olan, bilinç sahibi olan insanı, taş veya duvar gibi görmekten hâlâ kurtulamayanların olması, bunu hayretle izliyorum. Konu genişlik ise de neden soruyu, evrenin ilk anlarındaki boyutunu düşünüp “Evrenin bir zamanlar bu kadar küçük olduğunu keşfedebilecek insanın, ancak evrenin bu kadar genişlemesi ile var olması bize neyi gösteriyor?” şeklinde sormuyoruz?

    * Doğanın arkasında doğa olmaz. Doğa zamanlı varlıktır. Üzerinde zamanın geçtiği bir varlığın ardında hep üzerinde zamanın geçtiği varlıklar olsa geçmiş sonsuz olurdu. Geçmiş sonsuz olsaydı ‘şu an’ sonsuza kadar gelemezdi. Zaman, yok iken yaratılmıştır. Doğa, belli zaman önce yok iken yaratıldığı için mevcuttur. En’am Suresi, 79. ayet: “Gerçek şu ki, ben bir hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.”

    * Futbol, insanların kendi sağlıkları için spor yaparak değerlendirebileceği 90 dakikalarını çalmak demektir.

    * Tam Ay tutulması gerçekleştiği zaman, Ay’ın bize bakan yüzeyi tam olarak kararmıyor ve hafif kızıl bir renge bürünüyor. Bunun sebebi, Dünya atmosferinin, Güneş ışığındaki uzun dalga boylu -kırmızı- ışığı kırarak geçirmesi ve Ay yüzeyine ulaştırmasıdır. Bu ışınımın incelenmesiyle, Dünya atmosferindeki toz miktarı da belirlenebiliyor ve tutulan kayıtlara bakılarak uzun zamanda bu toz miktarının değişimi takip edilebiliyor. Allah, etrafımızda dönen bu güzel kürenin tutulması olayını da bizler için hem görsel olarak, hem de bilgi edinme anlamında bir nimet kılmış.

    “Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.” (Casiye Suresi, 13)

    *

    1- “Güvenilir tek bilgi kaynağı, deney ve gözleme dayalı olandır” görüşü sizce doğru mudur?

    2- Şu anda rüyada mıyız?

    3- İlk soruya “evet doğrudur” cevabını verebilmek için, ikinci soruya “hayır” cevabını vermek ve ayrıca bu cevabı deney ve gözlem ile kanıtlamak zorunda olunduğunun farkında mısın?

    4- Rüya, algılanan her şeyi kapsayacağına göre, rüyada olunmadığı, deney ve gözlem ile kanıtlanabilir mi?


    * Bilim, neden doğayı incelememiz gerektiğini söylemiyor; doğayı incelememizin neden doğru olduğunu söyleyen, bilim değil. Dolayısıyla bilim, temeli olmadan havada duran bir alan değil. İnsanı bilimle ilgilenmeye mecbur eden ve onun doğru olduğunu söyleyen dindir. Çünkü din, Yaratıcı’nın delillerini, varlığı nasıl yarattığını anlamamız için varlıkları incelememizi emreder. Bilim yaptıktan sonra geliştirilen teknolojiyle insanlığın bir bölümüne (maddi imkanı olanlara, sömürülmeyenlere) fayda sağlandı, fakat dikkat ederseniz insanlığın daha büyük bölümüne ve hatta diğer canlılara ise büyük acılar ve yıkım getirdi. Bilimin ve teknolojinin bütün insanlara faydalı olacak şekilde yönlendirilmesini de ancak din emreder, bilim değil. Dolayısıyla bilimin hem temeli dindir, hem de onun insanlara zarar vermeyecek şekilde yönlendirilmesini emreden dindir.

    * Psikoloji bölümü okuyanlar farklı tanımlıyor veya detaylar dışına çıkmadıkları için hiç değinmiyor olabilirler ama bana göre “psikolojisi bozuk insan”, “sonsuzu düşünmeye yönelemeyen insan” dır ve tedavi edilmelidir. Varlığının her zerresi sonsuzdan kaynaklanan ve evrende açığa çıkmış bir bilinç varlık olan insan, ancak sonsuzu düşünmeye yöneldiği zaman tatmin ve çevresine gerçek anlamda faydalı olur. “Dert” dediklerinin sebebini, değerini, durumunu, konumunu ancak bu şekilde doğru belirleyebilir ve kalıcı olarak çözebilir. Öyleyse soru şunlar olmalı; bu insanın sonsuzluğu düşünmesine engel olan şartlanmaları nelerdir, bu insan sonsuzluğun anlamını anlamaya yönelmesinin önündeki engelleri besleyen kabullerinin mantıksızlığını ve neden sonsuzluğu anlamaya çalışmadığı için bu sıkıntılara adım adım düştüğünü nasıl görebilir? Uzman, bu soruları sorduktan sonra detaylarla ilgilenmeye başlayabilir.

    * Bir bilmece üretecek olsaydım şöyle bir şey üretirdim diyorum bazen: Herkeste en çok olan ama herkesin en çok kınadığı şey acaba nedir, nedir, nedir? Cevap: Kibir.

  • Görseller
    25.492 kere okundu

    Bu sayfada, bilim insanları hakkında bilgilerin ve bilim insanlarına ait sözlerin yer aldığı, hazırladığım bazı görselleri bulacaksınız. İsimlere tıklayarak açabileceğiniz görselleri indirebilir ve üzerlerinde hiçbir değişiklik yapmadan istediğiniz gibi paylaşabilirsiniz.

    İletişim; instagram.com/onurmustaf

    Muhammed Abdüsselam

    Alexander Polyakov (1)

    Alexander Polyakov (2)

    Alper Bilgili (1)

    Alper Bilgili (2)

    Alper Bilgili (3)

    Aziz Sancar

    Enis Doko (1)

    Enis Doko (2)

    Enis Doko (3)

    Enis Doko (4)

    Enis Doko (5)

    Enis Doko (6)

    Enis Doko (7)

    Enis Doko (8)

    Enis Doko (9)

    Enis Doko (10)

    Enis Doko (11)

    Enis Doko (12)

    Francis Collins

    Mücahit Gültekin

    Fuat Sezgin