- 38.555 kere okundu
Bu sayfada, bilim insanları hakkında bilgilerin ve bilim insanlarına ait sözlerin yer aldığı, hazırladığım bazı görselleri bulacaksınız. İsimlere tıklayarak açabileceğiniz görselleri indirebilir ve üzerlerinde hiçbir değişiklik yapmadan istediğiniz gibi paylaşabilirsiniz.
İletişim; instagram.com/onurmustaf
Muhammed Abdüsselam
Alexander Polyakov (1)
Alexander Polyakov (2)
Alper Bilgili (1)
Alper Bilgili (2)
Alper Bilgili (3)
Aziz Sancar
Enis Doko (1)
Enis Doko (2)
Enis Doko (3)
Enis Doko (4)
Enis Doko (5)
Enis Doko (6)
Enis Doko (7)
Enis Doko (8)
Enis Doko (9)
Enis Doko (10)
Enis Doko (11)
Enis Doko (12)
Francis Collins
Mücahit Gültekin
Fuat Sezgin -
MESSİER 87 (M87) GALAKSİSİ’NİN MERKEZİNDEKİ KARA DELİK VE SÜPER KÜTLELİ KARA DELİKLER
2.994 kere okunduGörselin alındığı kaynak: www.eso.org/public/images/eso1907a 10 Nisan 2019’da ilk kez bir kara deliğin görüntüsü yayımlandı. Olay Ufku Teleskobu Projesi’nde (Event Horizon Telescope, EHT) çalışan astronomların açıklamasıyla beraber fotoğrafı yayımlanan bu kara delik, Messier 87 Galaksisi’nin merkezinde ve bize uzaklığı yaklaşık 55 milyon ışık yılı. Kütlesi ise Güneş’in 6.5 milyar katı olduğu için, ‘süper kütleli kara delik’ deniyor. [1] Güneş’in içerdiği maddenin 6 milyar katından fazlasının bir arada sıkıştığını düşünün, bu müthiş bir oran.
Süper kütleli kara delikler, en büyük kara deliklerdir ve oluşumlarının da yıldızsal kara deliklerden farklı olması gerektiği düşünülmektedir. Yıldızsal kara delikler çoğumuzun bildiği gibi, çok büyük kütleli yıldızların içlerine çökmeleriyle oluşuyor. Bunların en büyüklerinin, en fazla onlarca Güneş kadar kütleye sahip olduğu düşünülüyor; şimdiye kadar bu kadarı tespit edilebildi. Fakat süper kütleli kara delikler 100 binlerce Güneş kadar kütleye sahip olabileceği gibi, milyonlarca ve milyarlarca Güneş kadar kütleye de sahip olabilir.
Tespit ettiğimiz kadarıyla, yıldızsal kara deliklerin sahip olduğu kütle ile süper kütleli kara deliklerin sahip olduğu kütle arasında büyük bir uçurum var. Ve ikisi arasında kütleye sahip kara deliklerin tespit edilememesi de bilim insanlarını, süper kütleli kara deliklerin oluşumuyla ilgili farklı teorilere itti.
Bunlardan biri, galaksilerin birleşmesiyle bu kara deliklerin oluşmasıdır. Hem böylece, birleşen galaksilerin merkezlerindeki kara deliklerin de birleşerek daha çok büyümeleri mümkün. Fakat ‘bunun tek başına yeterli olması mümkün mü?’ sorusu akla geliyor. Çünkü evrenin başlangıç anı, aslında çok da uzak değil; yaklaşık 13 milyar 730 milyon yıl önce. Ayrıca evren sürekli genişliyor, galaksi kümeleri birbirlerinden uzaklaşıyor. Galaksilerin kaç tanesi, oluşmalarından sonraki sürede birleşebilirdi? Bu sürenin yeterli olmayabileceği bilindiği için farklı teoriler de geliştirildi.
Bir teori de oldukça ilginç. Buna göre süper kütleli kara delikler, algılayamadığımız fakat olması gerektiğini düşündüğümüz ‘karanlık madde’ aracılığıyla oluşmuş olabilir. Çünkü kara delikler, kütle çekimine sahip maddeleri içine çekip alabilir. Karanlık maddelerin de zaten kütleleri olduğu için, süper kütleli kara delikleri onlar da besliyor olabilir. Bununla ilgili karanlık yıldız teorisi bile var. Çünkü bildiğimiz yıldızların büyüklük konusundaki sınırı, böyle süper kütleli kara deliklerin oluşması için yeterli değil. Fakat deniyor ki; bazı yıldızlarda iç reaksiyonlara güç veren şey, karanlık madde olabilir. Karanlık maddenin enerjisi, karanlık yıldızların devasa boyutlara ulaşmasını sağlar. Ve sonuç olarak; süper kütleli kara deliklerin, bu devasa karanlık yıldızlar aracılığıyla olabileceği iddia ediliyor.
Fakat makul görünen bir teori daha var; bu süper kütleli kara deliklerin oluşumu, evrenin yaratılmasının ilk anlarında başladı. Evren, ilk anlarında daha dar alanda olduğu için madde daha yoğundu ve bu yüzden bu kara delikler oluşup böyle büyüyebildi. Buna göre bu ilk kara deliklerin oluşumu için yıldız aşaması gerekmiyordu; yani gaz bulutları, doğrudan çöküş olarak tanımlanan bir süreçle çok büyük kara delikler meydana getirmiş olabilirler. ‘Galaksi’ adını verdiğimiz yapıların da, yıldızların-maddelerin, oluşan bu süper kütleli kara deliklerin çevresinde bir araya gelmesiyle oluştuğu düşünülüyor. Bu yüzden bu süper kütleli kara deliklerin, evrendeki galaksilerin bir çoğunun merkezinde var olduğu tahmin edilmektedir. Astrofizikçilere göre kütlesi yeterince büyük olan her galaksinin merkezinde bulunurlar. [2] Mesela bizim galaksimiz olan Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde olduğu düşünülen süper kütleli kara deliğin adı Sagittarius A*’dır.
Sonuçta elimizde, bu kara deliklerin nasıl bu kadar sürede bu kadar büyük hâle getirildikleri ile ilgili pek çok teori var. Süper kütleli kara deliklerin yaratılmasında, bu saydığım süreçlerden bir çoğu da geçerli olabilir. Nasıl olursa olsun sonuç aynı; maddeler-yıldızlar bunların etrafında bir araya geliyor, dönüyor. İncelediklerime göre anlıyorum ki bu süper kütleli kara delikler, galaksilerin mevcut durumda olmasının sebeplerinden biri. Galaksilerin bu şekilde oluşumuna vesile olmaları için yaratıldıklarını anlıyorum.
Her ne kadar, Bekenstein-Hawking Radyasyonu olarak adlandırılan sürece göre kara deliklerin de ömürlerinin olduğu ve ışıma yaparak çok çok yavaş şekilde kütle kaybettikleri gösterilse de [3], evrendeki en kararlı ve en uzun ömürlü gök cisimleridir -mikro kara delikler hariç-. Kara deliklerin tamamen kara olmadığı, yaydıkları bir şeylerin de olduğu ve böylece ölümlü oldukları gerçeğinin tespit edilmesi, pek çok insanı şaşırtmış olabilir.
Tekrar söz konusu fotoğrafa döneyim. Tabi bildiğiniz gibi fotoğrafta görmediğimiz şey, kara delik. Biz kara deliği etrafında oluşturduğu etki sebebiyle biliyoruz. Fotoğrafta görülen kısım, olay ufkunun çevresi. Olay ufku öyle bir bölge ki, o alanı geçen ışık bile artık geri kaçamaz. Olay ufkunu her ne geçerse geçsin artık geri dönemez, ulaşacağı yer kara deliğin merkezidir. Görselde göremediğimiz kısım sadece merkezi değil, olay ufkunun içini de göremiyoruz; hızı saniyede 299.792 km olan -elektromanyetik dalgalar bu hızla yayılır- ışık bile kaçamıyorsa neyi görebiliriz ki? Bizim gördüğümüz kısım, olay ufkunun çevresinde yörüngeye girmiş olan maddeler. Bu gazlar, kara deliğe yakın oldukları için çok büyük hızlarda dönüyorlar ve birbirleriyle etkileşimlerinden aşırı derecede ısınıyorlar.
Fotoğraf, doğrudan görüntü sağlayan optik teleskoplarla değil, farklı ülkelerdeki 8 radyo teleskobunun -sonradan daha fazla adete çıktığı da belirtiliyor- tek bir teleskop gibi çalıştırılmasıyla elde edildi. Olay Ufku Teleskobu (Event Horizon Telescope) ismi, tek bir teleskobun değil, tümünün adı; fakat tek bir teleskop gibi çalıştırılıyorlar. Buna “bir teleskop ağı” da diyebiliriz. Hedef, bu çapta üretilemeyen bir teleskobun yapacağı işlemi, bu şekilde uzak bölgelerdeki birçok teleskop ile yapmaya çalışmak. Arada boşluklar olduğu için de elde edilen görüntünün netliği bu kadar oluyor. Çeşitli farklı bölgelere daha fazla teleskop kurulursa, netlik de artacaktır. Gördüğümüz görüntü, olay ufkunun çevresindeki gazların yaptığı ışıma. Radyo dalga boyundaki bu ışıma, merkezde bulunmuyor; çünkü bu bir kara delik. Bilim insanları, radyo teleskopları ile alınan verilerin, gözle algılayacağımız halini bizlere göstermektedir.
Sonuçta bu gelişmelerle, Allah’ın yaratışındaki ihtişamlı sanatı anlamaya-düşünmeye-hissetmeye bir adım daha yaklaştığımız için çok heyecanlıyız.
“Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.” (Casiye Suresi, 13) [4]
“Gerçek şu ki, ben bir hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.” (En’am Suresi, 79) [5]Onur Mustafa Ezber
Kaynaklar:
[1] NASA, “Black Hole Image Makes History; NASA Telescopes Coordinated Observations”, April 10, 2019, https://www.nasa.gov/mission_pages/chandra/news/black-hole-image-makes-history (Erişim tarihi: 24 Nisan 2019)
[2] Bilim ve Teknik, Sayı 618, s. 18, Mayıs 2019
[3] Dr. Enis Doko, ‘Bilimsel Gizemler ve Yalanlar’, Destek Yayınları, s. 319
-
KÜÇÜK YAPIDA TUTULANLAR DA VARLIĞIMIZ İÇİN VE FAYDAMIZA SUNULMUŞ
2.330 kere okunduGörselin alındığı kaynak; eso.org/public/images/eso1814a Genelde onlara kısaca “asteroit” denilebilir, ama biz biraz daha açarak “Bize nimet kılınmaları amacıyla, Güneş Sistemi’nin yaratılışından bu yana bozulmaya uğramamaları için küçük yapıda tutulanlar” da diyebiliriz.
Evrende yaratılmış sistemin bir parçası olarak bu küçük yapıda tutulan gök cisimleri, gezegenler gibi, yıldız sistemlerinin etrafında bulunurlar. Aynı zamanda yaşam için her açıdan özel kılınmış gezegenimizin de çevresinde döndüğü yıldızımız Güneş’in etrafında, nasıl bir sistemle belli ölçü ve düzende tutulduğu, modern astronominin ve özellikle planetolojinin gösterdikleriyle daha iyi anlaşılmıştır. Bu ölçü, Dünya’da yaşamın var olması içindir.
Ölçünün sağlanmasına ise, özellikle Jüpiter gibi büyük kütleli cisimlerin de sebep edildiğini anlıyoruz. Sonuçta, var olmaları ve aynı zamanda belli ölçüde tutulmaları aynı amaca yönelik; Dünya’da canlılığın varlığı ve ayrıca insanların istifade etmesi için. Varlıkları, boyutları, hangi zaman diliminde hangi konumda bulundukları, yıldızımızın sınırlı ömrü içindeki durumları belirlenmiştir.
Güneş Sistemi’nin, bu anlamda bir bütün olduğu anlaşılmalı. Teknolojiyi geliştirebilmemiz, gerekli bilgilere ulaşabilmemiz ve bunları yapmamız için istifade ettiklerimizden aynı zamanda korunmamız!, hayranlık veren bir dengenin yaratılmasıyla mümkün olmaktadır.
Bugün anlaşılmıştır ki altın, kobalt, demir, manganez, molibden, nikel, osmiyum, palladyum, platin, renyum, rodyum, ruthenyum ve tungsten gibi teknolojik gelişmede çok önemli yeri olan ve yer kabuğundan çıkarılan elementler, asteroit yağmurları ile gelmiştir. Böyle olmasaydı, istifade edeceğimiz şekilde bu elementlere ulaşamazdık.
Çünkü gezegenlerin bünyelerinde bu elementler önceleri bulunsa bile merkezde kalırlar. Güçlü kütle çekimi ile beraber ilk dönemlerinde yüksek sıcaklığa sahip olmaları sebebiyle belli ağır elementler merkeze doğru çekilir, orada kalır, orada toplanır. Gezegen çok büyük olduğu, merkezi çok derin ve sıcak olduğu için de bu elementlere ulaşmamız mümkün olmaz. Çünkü zaten onlar bizim varlığımız için, bulundukları konumda farklı bir görevi yerine getirmek üzere yaratılmıştır. Her özelliği ile yaşama özel kılınmış Dünya için bu durum, onu üstünde yaşanabilir kılan diğer yararlı etkileri oluşturuyor. Altımıza yerleştirilmiş sıcak sıvı demirin (dış çekirdektedir) konveksiyonu ile oluşturulan manyetik alan aracılığıyla, üstümüzden gelecek zararlardan (radyasyondan, Güneş rüzgârından) korunmaktayız. [1]
Nitekim Mars’ın atmosferinin aşırı ince olmasının ve sürekli seyrelmesinin sebebi olarak, gezegenin, Güneş rüzgârındaki yüklü parçacıklara karşı kalkan görevi görecek bir manyetik alana sahip olmaması gösterilmektedir. Çünkü Güneş rüzgârları, savunmasız olan Mars’ın atmosferine doğrudan ulaşarak, atmosferini oluşturan gazları sürekli gezegenden uzaklaştırır. [2]
Sonuçta; ağır elementlerin, -Dünya’da olduğu gibi diğer şartların da eksiksiz olmasıyla beraber- gezegenin merkezinde hayati görevleri var. Ancak gezegene, orada yaşayacak varlıkların ulaşıp istifade edebilecekleri yoğunlukta söz konusu elementlerin yerleşmesi ise, küçük tutulan gök cisimleri ile sonradan indirilerek sağlanmaktadır. Düşünün, onlar bu aşama için özellikle küçük tutulmuşlar ve bir kısmı, Dünya’nın soğuması için biraz bekletildikten sonra belli ölçüde Dünya’ya indirilmişlerdir.
Anlayabildiğimize göre, yaklaşık 4 milyar yıl önce yer kabuğu sıvıya yakın bir hâldeyken, çekim kuvveti ile ağır elementler Dünya’nın merkezine doğru çekildi. Sonradan küçük tutulan yapıların (asteroitlerin) çarpmasıyla yer kabuğu, bizim bugün ulaşıp istifade edebileceğimiz şekilde yine belli metaller ile doldurulmuş oldu. [3]
Araştırmalar aynı zamanda, bugün yeryüzünde bulunan suyun büyük kısmının da, Dünya’daki dengenin sağlanması için ve dolayısıyla yaşam için yeterli olacak miktarda, ‘küçük yapıda tutulanlar’ olarak tarif ettiğim asteroitler ve kuyruklu yıldızlar ile sonradan indirildiğini göstermektedir. [4]
Araştırmacılar artık, asteroitlerle kuyruklu yıldızlar arasında olduğu kabul edilen farkın, aslında çok az olabileceğini düşünmekte ve asteroitlerde, eskiden tahmin edilenden çok daha fazla su bulunduğunu ifade etmektedirler.
Mezkûr elementler ve bileşikler, küçük tutulan yapılarda ‘sonradan ve gecikmeden’ indiği için faydalı oldu. Eğer bu yapıların belli bir kısmı, Dünya’nın ilk sıcak anlarından sonra biraz bekletilip indirilmeseydi, zamanından önce inen o ağır elementler yine merkeze çökecekti. Su molekülleri ise yeterli kütlenin -dolayısıyla çekimin- olmaması ve sıcaklık sebebiyle yine Dünya’dan uzaklaşacaktı. Çünkü Dünya’nın, suyu buharlaştırarak uzaklaştırmayacak ölçüde soğuması ve üstünde tutacak ölçüde kütleye ulaşması, belli bir zaman almıştır.
O element ve moleküllerin, aşırı büyük yapılarla inmesinin de bir faydası olmayacaktır. Çünkü belli zaman aralıklarıyla böyle ayrı ayrı küçük yapıların yerine daha büyük yapıların Dünya’ya çarpması durumunda Dünya eski haline dönecek, kurulan sistem başa dönecekti. Bu sefer de Dünya’nın düzenlenmesi ancak yıldızımızın ölüm zamanına yakın dönemde tamamlanacaktı. Tabi artık Dünya, yaşam için şu an sahip olduğu pek çok özellikte de olmayacaktı. Her detay, belli bir ölçüyle ve en uygun zamanda yaratılmış durumda.
Bahsettiğim üzere asteroitlerin büyük kısmı, Güneş Sistemi’nin ilk oluştuğu zamanlardan hemen hemen hiç bozulmaya uğramadan kaldığı için, bize geçmişe dair çok önemli bilgiler de veriyorlar. Dünya, yaratıldığından bu yana üzerinde çok fazla su hareketleri, rüzgâr hareketleri ve yapısal değişimler meydana geldi. Fakat asteroitler küçük oldukları için üzerlerinde, gezegenlerde olduğu gibi çok büyük değişimler yaşanmadı. Zaten bu gök cisimlerinin kütleleri -dolayısıyla kütle çekimleri-, atmosferi (belli sıcaklık aralığında gaz halinde kalan maddeleri) tutabilecek ölçüde olmadığı gibi, küre şeklini almalarını sağlayacak kadar da güçlü değildir.
Bozulmadıkları için, Güneş Sistemi’nin tarihi ile ilgili en sağlam bilgilere ulaşabilmemize sebep olacak bu yapılar, adeta değişmemeleri için de ayrı ayrı ve küçük yapılarda tutulmuş. Bilgi edinme anlamında, hatta fiziksel olarak (asteroit madenciliği ile) istifade edebileceğimiz birer kaynak durumundadırlar, yani nimettirler. [5]
Geçmişte Dünya’mıza çarpmış olmaları bizim için şu an nimet oluyor iken, şimdi de bu çarpmaların azalması nimet olmaktadır. Hatta bugün, güçlü kütle çekimi sebebiyle çoğunlukla bu gök cisimlerinden korunmamıza vesile olduğu anlaşılan Jüpiter’in, geçmiş zamanlarda asteroit ve kuyruklu yıldızların belli bir dönemde Dünya’mıza daha çok çarpmasına sebep olduğunu ifade eden araştırmacılar da var. Geçmişte, içi su dolu asteroitlerin, Jüpiter’in bir şekilde yönlendirmesiyle Dünya’ya ulaşmış olabileceği öne sürülüyor. Elbette bu konuyla ilgili bilimsel araştırmalar devam etmektedir.
“Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.” (Casiye Suresi, 13)
“Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.” (Lokman Suresi, 20)
Onur Mustafa EzberKaynaklar:
1- Dr. Mahir E. Ocak, “Gezegenlerin Manyetik Alanları ve Yaşam”, 22.03.2019, http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/gezegenlerin-manyetik-alanlari-ve-yasam (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)
2- Dr. Mahir E. Ocak, “Güneş Rüzgârı Nedir?”, 04.01.2016, http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/gunes-ruzgari-nedir (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)
3- University of Toronto. “Geologists Point To Outer Space As Source Of The Earth’s Mineral Riches.” ScienceDaily, 19 October 2009. https://www.sciencedaily.com/releases/2009/10/091018141608.htm (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)
4- University of Warwick. “Fresh evidence for how water reached Earth found in asteroid debris”, 7th May 2015. https://phys.org/news/2015-05-fresh-evidence-earth-asteroid-debris.html (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)
5- Dr. Enis Doko, “Uzayda Devrimin Ayak Sesleri”, https://bilimoloji.com/2018/09/astronomi/uzayda-devrimin-ayak-sesleri (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)