• Kısa Notlarım
    1.413 kere okundu

    Kısa kısa düşüncelerim:



    * Dünya’da EN VERİMSİZ dediğimiz yerler, Dünya’yı ve kâinatı incelememiz için yaratılmış EN VERİMLİ yerlerdir. İnsanların en az etkileşimde bulunduğu ve özel konumlarda bulunan bölgelerdir. Mesela Antarktika; iklim araştırmaları, jeofizik, biyoloji, uzay bilimleri için mükemmel bir doğal laboratuvar özelliği ile yaratılmış bizim için. Nem oranı en düşük yerlerden ve kışın sezon boyunca karanlık olması harika nimettir. Dünya’da sadece orada yapılabilen bazı gözlemler var. Dünya yaratıldığından beri ilk durumunda kaldığından, oradaki buz katmanlarından, Dünya’nın geçmişi ile ilgili bilimsel veriler elde ediliyor. Nem ve insan ışıklandırmaları, uzayı gözlemlemek için en büyük engellerdendir. Bu yüzden, Dünya’daki en etkili uzay araştırmalarının yapıldığı yerlerden biri, en kurak ve nem oranı düşük bölge olan Atacama Çölü olmaktadır.

    * Bilim, sadece Allah’a iman edenlerin alanıdır. Diğerlerinin bilimle uğraşıyor görünmeye çalışması, komik bir çelişki olur. Çünkü adı üstünde bilim, doğada bilgi olduğu düşüncesi üstüne kuruludur. Bilim yapan, doğada bir mantıksızlığa ve bir düzensizliğe ulaşmayı beklemez; varlıktaki mantığı/düzeni çözeceğini umar. Bilim; matematiği, kanunları kabul eder ve sonucunda keşfetmeyi umduğu şey mantıksızlık değil, bilgi ve anlamdır. Bilgi ise ‘Aklın’ sahip olduğudur. Ateizm bilim düşmanlığıdır; bilime ve göstereceği sonucun kabulüne engel olmanın en etkili yolunun, bilgi üzerinde tahrifat yapmak olduğunu keşfetmiş eski bir felsefi görüştür. İllüzyonistlerin yöntemi nasıl varlığın belli kısmını gizleyip gösterdiğini başka bir şeyle birleştirmekse, ateizm savunurunun yöntemi de bilginin belli kısmını kesip zihnindekiyle birleştirerek aktarmaktır.

    * Nötron yıldızları o kadar sıkıştırılmış yıldızlar ki içlerinden alınacak 1 çay kaşığı maddeyi taşıyabilmek için 4 milyondan fazla kamyona ihtiyaç olur! Son araştırmalar altının yaratılışının, 2 nötron yıldızının birleştirilmesi ile olduğunu gösterdi. Altın süs dışında, kendine has yaratılmış özel yapısı sebebiyle uzay ve havacılıktan elektrik ve elektronik sanayiine, bilişimden ilaç sektörüne kadar pek çok farklı alanda kullanılıyor. Uzaktakilerin bizimle alakası olmadığı görüşü de adım adım tarihe karışıyor. Nasıl bizim yararımız için yaratılmışlar, bilim bunları ortaya koyuyor. Etraflarında saniyede onlarca, yüzlerce kere dönen nötron yıldızlarına pulsar deniyor.

    * Yaratılışın delilleri belli yapı ve kanunlarla sınırlı değil. Her şey yaratılışın kesin delili; ‘zamanın akması’ bağlamında. Mesela düşen bir yaprak gördüğünüzü düşünün. Burada gördüğünüz şey bir harekettir, değişimdir. Eğer evrenin ve zamanın bir başlangıç anı, yani yaratılış anı olmasaydı böyle bir olay gerçekleşmeyeceği gibi hiçbir olay da gerçekleşmezdi. Çünkü bu yaprağın düşmeye başladığı belli bir vakit var. Eğer evren ve zaman başlangıçsız olsaydı, yani sonsuz olsaydı, o ‘sonsuz geçmiş’ geçip de yaprağın düşeceği o an sonsuza kadar gelemezdi. Bu her olay için böyle, algıladığınız her değişim ve düşünmeniz -ki o da zamanla olur- kesin bir yaratılış delilidir. ‘Değişenler’ yani sınırlılar, ‘değişmekten münezzeh’ yani sonsuz olanın varlığı ile vardır. Zaman, sınırlı bir zaman önce yok iken yaratıldığı için yaprağın düşme anı gelmiştir.

    * Güneş’ten sonra bize en yakın olan ‘Proxima Centauri’ adlı yıldıza uzaklığımız yaklaşık 4,24 ışık yılı, bir başka ifadeyle 40 trilyon km’dir. Saatte 1000 km hızla giden bir araç düşünün, bu hızla bu yıldıza yaklaşık 40 milyar saatte gidilir. 40 milyar saat, 4 milyon yıldan da uzun bir süredir; 4566210 yıl. Bu yıldız, bizim galaksimizdeki yaklaşık 300 milyar yıldızdan, Güneş’ten sonra bize en yakın olanı sadece (3’lü olarak kabul edilen Alfa Centauri sisteminden biri). İnsanların yaptığı ve Dünya’dan en uzak mesafeye gidebilmiş uzay aracı, 1977 yılında fırlatılan Voyager 1’dir ve hızı da saatte yaklaşık 61000 km. Güneş Sistemi’nden çıkarak Proxima Centauri yıldızına doğru giden Voyager 1’in, yıldıza bu hızla ancak 73000 yıldan daha uzun sürede ulaşabileceği hesaplanıyor. Allah, kâinatı müthiş bir ihtişamla yarattığını bizlere gösteriyor.

    * Bir varlığın olması, ancak varlığının başlaması ile mi mümkündür? Hayır, ama varlığı başlayanların olması, ancak varlığı başlamayan olduğu için mümkündür. Mutlak “varlık”, varlığı başlamayandır. Başlangıcı olmayan, değişmez. Değişenler, varlığı başlayanlardır. Değişenlerin başlangıç anı, değişmekten münezzeh olan zamansız olarak dilediği için vardır. Varlığı başlayanlar, varlığı başlamayan “sebebe” muhtaçtır. Tüm varlığın “sebebi”, zamansız olan mutlak varlık sonsuz yücedir. Bir “gelecek” beklemez. Hiçbir şey öğrenmez, bilir. “Bilgi”, O’nun bildiğidir. O’nun bildiğinden başka hiçbir bilgi yoktur. Sonsuz bilgi sahibidir, sınırsızdır. İlah, sadece sınırsız olandır. Sınırı olanın ötesinde 2. bir varlık var demektir. 1’den çok sınırsız olmaz, tek sınırsız olur. “O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadid Suresi, 3)

    * Allah’ın zamandan münezzeh olduğunu ve dolayısıyla geleceği tümüyle belirlediğini kabul etmeyenler, nasıl bir çelişkide olduklarını görmüyorlar. Çünkü zamanın, haşa Allah’ın Zatı için de geçtiğini iddia edenler, Allah’ın da geçmişi olduğunu iddia ederler. Haşa Allah’ın geçmişi olduğunu iddia edenler de “Allah’ın başlangıcı var” diyemeyeceklerine göre, Allah’ın geçmişinin sonsuz olduğunu iddia etmek zorundadırlar! “Allah’ın geçmişi sonsuz” diyorlarsa, bizi annemizin karnında yarattığı an gelmeden önce, Allah için sonsuz bir geçmişin geçtiğini söylemek zorundalar. Oysa adı üstünde ‘sonsuz’ sonsuzdur. Ve ‘sonsuz’ olan bir geçmiş geçip de annemizin karnında yaratıldığımız an sonsuza kadar gelmez. Gerçek açık; zamandan münezzeh olan yüce Allah, evreni ve zamanı sınırlı bir zaman önce yarattığı için, annemizin karnında bizi yarattığı an gelmiştir.

    * “Değişmek”, aslında aynı zamanda “başlamak” demektir. Başlangıcı olmayan değişmez, başlangıcı olan ise sürekli değişmek zorundadır. Bir varlık değişmiyorsa zaten, varlığının başlangıç anı yoktur ki. Değişmeyen varlık, zamansız varlıktır. Farklı ifade edecek olursam; bir varlığın değişmesi-hareketi, başlangıcı olduğu için olmaktadır. Dolayısıyla evrende istisnasız algıladığımız her şey ve hatta algılamamız -çünkü o da zamanla oluyor- yaratılış delilidir. Evrenin yaratılış anı 97000 sene önce veya 13.7 milyar sene önce ya da 800 trilyon sene önce olsun, hiç fark etmez. Değişme, mutlak-net-kesin bir yaratılış delilidir. Zaman, sınırlı bir zaman önce yaratılmıştır, varlık alemi bu yüzden var.

    * Evrenin yaratılışından çok çok kısa bir süre sonra evrenin boyutu, 1 atomun boyutu kadar genişlemişti. Hemen öncesinde evrenin boyutu daha küçüktü elbette. Atom boyutuna geldiği anı özellikle anlatıyorum, çünkü en azından atomu herkes duymuştur. Daha küçük boyuttakilerin adını ancak araştıranlar bilse de, yaşlısından gencine kadar herkes atomun nasıl bir boyutta olacağını yaklaşık olarak bilir. Evrendeki bütün gezegenler, yıldızlar, galaksiler bu 1 atom boyutu kadar olan yerde idi. Tabi o boyutta hiç beklemeden hızla genişlemeye devam etti. Allah evreni böyle bir yaratışla var etti. Şimdi ise, “Bu kadar geniş bir evren, bu kadar küçük olan insan için mi var sadece?” diye soruyoruz önemi manâ yerine fiziksel büyüklüğe verme gafletine düşerek. Bu soruya “evet” de diyebiliriz “hayır” da, esas konu bu değil. İlginç olan, bilinç sahibi olan insanı, taş veya duvar gibi görmekten hâlâ kurtulamayanların olması, bunu hayretle izliyorum. Konu genişlik ise de neden soruyu, evrenin ilk anlarındaki boyutunu düşünüp “Evrenin bir zamanlar bu kadar küçük olduğunu keşfedebilecek insanın, ancak evrenin bu kadar genişlemesi ile var olması bize neyi gösteriyor?” şeklinde sormuyoruz?

    * Doğanın arkasında doğa olmaz. Doğa zamanlı varlıktır. Üzerinde zamanın geçtiği bir varlığın ardında hep üzerinde zamanın geçtiği varlıklar olsa geçmiş sonsuz olurdu. Geçmiş sonsuz olsaydı ‘şu an’ sonsuza kadar gelemezdi. Zaman, yok iken yaratılmıştır. Doğa, belli zaman önce yok iken yaratıldığı için mevcuttur. En’am Suresi, 79. ayet: “Gerçek şu ki, ben bir hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.”

    * Futbol, insanların kendi sağlıkları için spor yaparak değerlendirebileceği 90 dakikalarını çalmak demektir.

    * Tam Ay tutulması gerçekleştiği zaman, Ay’ın bize bakan yüzeyi tam olarak kararmıyor ve hafif kızıl bir renge bürünüyor. Bunun sebebi, Dünya atmosferinin, Güneş ışığındaki uzun dalga boylu -kırmızı- ışığı kırarak geçirmesi ve Ay yüzeyine ulaştırmasıdır. Bu ışınımın incelenmesiyle, Dünya atmosferindeki toz miktarı da belirlenebiliyor ve tutulan kayıtlara bakılarak uzun zamanda bu toz miktarının değişimi takip edilebiliyor. Allah, etrafımızda dönen bu güzel kürenin tutulması olayını da bizler için hem görsel olarak, hem de bilgi edinme anlamında bir nimet kılmış.

    “Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.” (Casiye Suresi, 13)

    *

    1- “Güvenilir tek bilgi kaynağı, deney ve gözleme dayalı olandır” görüşü sizce doğru mudur?

    2- Şu anda rüyada mıyız?

    3- İlk soruya “evet doğrudur” cevabını verebilmek için, ikinci soruya “hayır” cevabını vermek ve ayrıca bu cevabı deney ve gözlem ile kanıtlamak zorunda olunduğunun farkında mısın?

    4- Rüya, algılanan her şeyi kapsayacağına göre, rüyada olunmadığı, deney ve gözlem ile kanıtlanabilir mi?


    * Bilim, neden doğayı incelememiz gerektiğini söylemiyor; doğayı incelememizin neden doğru olduğunu söyleyen, bilim değil. Dolayısıyla bilim, temeli olmadan havada duran bir alan değil. İnsanı bilimle ilgilenmeye mecbur eden ve onun doğru olduğunu söyleyen dindir. Çünkü din, Yaratıcı’nın delillerini, varlığı nasıl yarattığını anlamamız için varlıkları incelememizi emreder. Bilim yaptıktan sonra geliştirilen teknolojiyle insanlığın bir bölümüne (maddi imkanı olanlara, sömürülmeyenlere) fayda sağlandı, fakat dikkat ederseniz insanlığın daha büyük bölümüne ve hatta diğer canlılara ise büyük acılar ve yıkım getirdi. Bilimin ve teknolojinin bütün insanlara faydalı olacak şekilde yönlendirilmesini de ancak din emreder, bilim değil. Dolayısıyla bilimin hem temeli dindir, hem de onun insanlara zarar vermeyecek şekilde yönlendirilmesini emreden dindir.

    * Psikoloji bölümü okuyanlar farklı tanımlıyor veya detaylar dışına çıkmadıkları için hiç değinmiyor olabilirler ama bana göre “psikolojisi bozuk insan”, “sonsuzu düşünmeye yönelemeyen insan” dır ve tedavi edilmelidir. Varlığının her zerresi sonsuzdan kaynaklanan ve evrende açığa çıkmış bir bilinç varlık olan insan, ancak sonsuzu düşünmeye yöneldiği zaman tatmin ve çevresine gerçek anlamda faydalı olur. “Dert” dediklerinin sebebini, değerini, durumunu, konumunu ancak bu şekilde doğru belirleyebilir ve kalıcı olarak çözebilir. Öyleyse soru şunlar olmalı; bu insanın sonsuzluğu düşünmesine engel olan şartlanmaları nelerdir, bu insan sonsuzluğun anlamını anlamaya yönelmesinin önündeki engelleri besleyen kabullerinin mantıksızlığını ve neden sonsuzluğu anlamaya çalışmadığı için bu sıkıntılara adım adım düştüğünü nasıl görebilir? Uzman, bu soruları sorduktan sonra detaylarla ilgilenmeye başlayabilir.

    * Bir bilmece üretecek olsaydım şöyle bir şey üretirdim diyorum bazen: Herkeste en çok olan ama herkesin en çok kınadığı şey acaba nedir, nedir, nedir? Cevap: Kibir.

  • Bilim ve Yaratılış

    KÜÇÜK YAPIDA TUTULANLAR DA VARLIĞIMIZ İÇİN VE FAYDAMIZA SUNULMUŞ

    2.018 kere okundu
    Görselin alındığı kaynak; eso.org/public/images/eso1814a

     Genelde onlara kısaca “asteroit” denilebilir, ama biz biraz daha açarak “Bize nimet kılınmaları amacıyla, Güneş Sistemi’nin yaratılışından bu yana bozulmaya uğramamaları için küçük yapıda tutulanlar” da diyebiliriz.

     Evrende yaratılmış sistemin bir parçası olarak bu küçük yapıda tutulan gök cisimleri, gezegenler gibi, yıldız sistemlerinin etrafında bulunurlar. Aynı zamanda yaşam için her açıdan özel kılınmış gezegenimizin de çevresinde döndüğü yıldızımız Güneş’in etrafında, nasıl bir sistemle belli ölçü ve düzende tutulduğu, modern astronominin ve özellikle planetolojinin gösterdikleriyle daha iyi anlaşılmıştır. Bu ölçü, Dünya’da yaşamın var olması içindir.

     Ölçünün sağlanmasına ise, özellikle Jüpiter gibi büyük kütleli cisimlerin de sebep edildiğini anlıyoruz. Sonuçta, var olmaları ve aynı zamanda belli ölçüde tutulmaları aynı amaca yönelik; Dünya’da canlılığın varlığı ve ayrıca insanların istifade etmesi için. Varlıkları, boyutları, hangi zaman diliminde hangi konumda bulundukları, yıldızımızın sınırlı ömrü içindeki durumları belirlenmiştir.

     Güneş Sistemi’nin, bu anlamda bir bütün olduğu anlaşılmalı. Teknolojiyi geliştirebilmemiz, gerekli bilgilere ulaşabilmemiz ve bunları yapmamız için istifade ettiklerimizden aynı zamanda korunmamız!, hayranlık veren bir dengenin yaratılmasıyla mümkün olmaktadır.

     Bugün anlaşılmıştır ki altın, kobalt, demir, manganez, molibden, nikel, osmiyum, palladyum, platin, renyum, rodyum, ruthenyum ve tungsten gibi teknolojik gelişmede çok önemli yeri olan ve yer kabuğundan çıkarılan elementler, asteroit yağmurları ile gelmiştir. Böyle olmasaydı, istifade edeceğimiz şekilde bu elementlere ulaşamazdık.

     Çünkü gezegenlerin bünyelerinde bu elementler önceleri bulunsa bile merkezde kalırlar. Güçlü kütle çekimi ile beraber ilk dönemlerinde yüksek sıcaklığa sahip olmaları sebebiyle belli ağır elementler merkeze doğru çekilir, orada kalır, orada toplanır. Gezegen çok büyük olduğu, merkezi çok derin ve sıcak olduğu için de bu elementlere ulaşmamız mümkün olmaz. Çünkü zaten onlar bizim varlığımız için, bulundukları konumda farklı bir görevi yerine getirmek üzere yaratılmıştır. Her özelliği ile yaşama özel kılınmış Dünya için bu durum, onu üstünde yaşanabilir kılan diğer yararlı etkileri oluşturuyor. Altımıza yerleştirilmiş sıcak sıvı demirin (dış çekirdektedir) konveksiyonu ile oluşturulan manyetik alan aracılığıyla, üstümüzden gelecek zararlardan (radyasyondan, Güneş rüzgârından) korunmaktayız. [1]

     Nitekim Mars’ın atmosferinin aşırı ince olmasının ve sürekli seyrelmesinin sebebi olarak, gezegenin, Güneş rüzgârındaki yüklü parçacıklara karşı kalkan görevi görecek bir manyetik alana sahip olmaması gösterilmektedir. Çünkü Güneş rüzgârları, savunmasız olan Mars’ın atmosferine doğrudan ulaşarak, atmosferini oluşturan gazları sürekli gezegenden uzaklaştırır. [2]

     Sonuçta; ağır elementlerin, -Dünya’da olduğu gibi diğer şartların da eksiksiz olmasıyla beraber- gezegenin merkezinde hayati görevleri var. Ancak gezegene, orada yaşayacak varlıkların ulaşıp istifade edebilecekleri yoğunlukta söz konusu elementlerin yerleşmesi ise, küçük tutulan gök cisimleri ile sonradan indirilerek sağlanmaktadır. Düşünün, onlar bu aşama için özellikle küçük tutulmuşlar ve bir kısmı, Dünya’nın soğuması için biraz bekletildikten sonra belli ölçüde Dünya’ya indirilmişlerdir.

     Anlayabildiğimize göre, yaklaşık 4 milyar yıl önce yer kabuğu sıvıya yakın bir hâldeyken, çekim kuvveti ile ağır elementler Dünya’nın merkezine doğru çekildi. Sonradan küçük tutulan yapıların (asteroitlerin) çarpmasıyla yer kabuğu, bizim bugün ulaşıp istifade edebileceğimiz şekilde yine belli metaller ile doldurulmuş oldu. [3]

     Araştırmalar aynı zamanda, bugün yeryüzünde bulunan suyun büyük kısmının da, Dünya’daki dengenin sağlanması için ve dolayısıyla yaşam için yeterli olacak miktarda, ‘küçük yapıda tutulanlar’ olarak tarif ettiğim asteroitler ve kuyruklu yıldızlar ile sonradan indirildiğini göstermektedir. [4]

     Araştırmacılar artık, asteroitlerle kuyruklu yıldızlar arasında olduğu kabul edilen farkın, aslında çok az olabileceğini düşünmekte ve asteroitlerde, eskiden tahmin edilenden çok daha fazla su bulunduğunu ifade etmektedirler.

    Mezkûr elementler ve bileşikler, küçük tutulan yapılarda ‘sonradan ve gecikmeden’ indiği için faydalı oldu. Eğer bu yapıların belli bir kısmı, Dünya’nın ilk sıcak anlarından sonra biraz bekletilip indirilmeseydi, zamanından önce inen o ağır elementler yine merkeze çökecekti. Su molekülleri ise yeterli kütlenin -dolayısıyla çekimin- olmaması ve sıcaklık sebebiyle yine Dünya’dan uzaklaşacaktı. Çünkü Dünya’nın, suyu buharlaştırarak uzaklaştırmayacak ölçüde soğuması ve üstünde tutacak ölçüde kütleye ulaşması, belli bir zaman almıştır.

    O element ve moleküllerin, aşırı büyük yapılarla inmesinin de bir faydası olmayacaktır. Çünkü belli zaman aralıklarıyla böyle ayrı ayrı küçük yapıların yerine daha büyük yapıların Dünya’ya çarpması durumunda Dünya eski haline dönecek, kurulan sistem başa dönecekti. Bu sefer de Dünya’nın düzenlenmesi ancak yıldızımızın ölüm zamanına yakın dönemde tamamlanacaktı. Tabi artık Dünya, yaşam için şu an sahip olduğu pek çok özellikte de olmayacaktı. Her detay, belli bir ölçüyle ve en uygun zamanda yaratılmış durumda.

    Bahsettiğim üzere asteroitlerin büyük kısmı, Güneş Sistemi’nin ilk oluştuğu zamanlardan hemen hemen hiç bozulmaya uğramadan kaldığı için, bize geçmişe dair çok önemli bilgiler de veriyorlar. Dünya, yaratıldığından bu yana üzerinde çok fazla su hareketleri, rüzgâr hareketleri ve yapısal değişimler meydana geldi. Fakat asteroitler küçük oldukları için üzerlerinde, gezegenlerde olduğu gibi çok büyük değişimler yaşanmadı. Zaten bu gök cisimlerinin kütleleri -dolayısıyla kütle çekimleri-, atmosferi (belli sıcaklık aralığında gaz halinde kalan maddeleri) tutabilecek ölçüde olmadığı gibi, küre şeklini almalarını sağlayacak kadar da güçlü değildir.

     Bozulmadıkları için, Güneş Sistemi’nin tarihi ile ilgili en sağlam bilgilere ulaşabilmemize sebep olacak bu yapılar, adeta değişmemeleri için de ayrı ayrı ve küçük yapılarda tutulmuş. Bilgi edinme anlamında, hatta fiziksel olarak (asteroit madenciliği ile) istifade edebileceğimiz birer kaynak durumundadırlar, yani nimettirler. [5]

     Geçmişte Dünya’mıza çarpmış olmaları bizim için şu an nimet oluyor iken, şimdi de bu çarpmaların azalması nimet olmaktadır. Hatta bugün, güçlü kütle çekimi sebebiyle çoğunlukla bu gök cisimlerinden korunmamıza vesile olduğu anlaşılan Jüpiter’in, geçmiş zamanlarda asteroit ve kuyruklu yıldızların belli bir dönemde Dünya’mıza daha çok çarpmasına sebep olduğunu ifade eden araştırmacılar da var. Geçmişte, içi su dolu asteroitlerin, Jüpiter’in bir şekilde yönlendirmesiyle Dünya’ya ulaşmış olabileceği öne sürülüyor. Elbette bu konuyla ilgili bilimsel araştırmalar devam etmektedir.

     “Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.” (Casiye Suresi, 13)

     “Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.” (Lokman Suresi, 20)


    Onur Mustafa Ezber

    Kaynaklar:

    1- Dr. Mahir E. Ocak, “Gezegenlerin Manyetik Alanları ve Yaşam”, 22.03.2019, http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/gezegenlerin-manyetik-alanlari-ve-yasam (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)

    2- Dr. Mahir E. Ocak, “Güneş Rüzgârı Nedir?”, 04.01.2016, http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/gunes-ruzgari-nedir (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)

    3- University of Toronto. “Geologists Point To Outer Space As Source Of The Earth’s Mineral Riches.” ScienceDaily, 19 October 2009. https://www.sciencedaily.com/releases/2009/10/091018141608.htm (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)

    4- University of Warwick. “Fresh evidence for how water reached Earth found in asteroid debris”, 7th May 2015. https://phys.org/news/2015-05-fresh-evidence-earth-asteroid-debris.html (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)

    5- Dr. Enis Doko, “Uzayda Devrimin Ayak Sesleri”, https://bilimoloji.com/2018/09/astronomi/uzayda-devrimin-ayak-sesleri (Erişim tarihi: 20 Nisan 2019)